Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21]
Off topic: İlginç yazılar
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
*-*tümü alıntı...* Feb 2

Taksici Oğuz Erge öldürüldü! Arkadaşları konuştu: İşinde gücünde, insanlarla barışıktı, depremzedeleri ücretsiz taşıdı


Haber: Burak TAŞÇI
Oluşturulma Tarihi: Şubat 02, 2024
Güncelleme Tarihi: Şubat 02, 2024 11:20


İzmir'de dün 'iyiliği' öldürdüler... Gaziemir'de soğukta üşümesin diye aracına aldığı kişi tarafından alçakça vurulan iki çocuk babası taksi şoförü Oğuz Erge tedavi görd
... See more
Taksici Oğuz Erge öldürüldü! Arkadaşları konuştu: İşinde gücünde, insanlarla barışıktı, depremzedeleri ücretsiz taşıdı


Haber: Burak TAŞÇI
Oluşturulma Tarihi: Şubat 02, 2024
Güncelleme Tarihi: Şubat 02, 2024 11:20


İzmir'de dün 'iyiliği' öldürdüler... Gaziemir'de soğukta üşümesin diye aracına aldığı kişi tarafından alçakça vurulan iki çocuk babası taksi şoförü Oğuz Erge tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Sosyal medyada tepkiler çığ gibiydi, İzmir'deki tüm taksiciler Oğuz Erge'nin öldürülmesini protesto etti. 'Bu soğukta insanları sokakta bırakmak olmaz' diyen Oğuz Erge'yi arkadaşlarına sorduk...

7835

Taksici cinayetlerine bir yenisi daha eklendi. İzmir’in Gaziemir ilçesinde Oğuz Erge’nin kullandığı ticari taksiye binen yüzü maskeli kişi yanlış adresleri dolaştırdıktan sonra taksiden ineceği esnada para veriyormuş gibi yaparak 3 el artarda ateş etti ve Erge’yi yaraladı. Araçtan hemen kaçmayan katil aracın içinde bir şeyler aramaya başladı ve bu anları da araç içindeki kamera kayda aldı. Aracı terk eden katil yaralı Erge’ye “Bazı insanlara güvenmeyeceksin” dediği duyuldu ve ardından yaralı taksiciye tokat atıp olay yerinden kaçtı.

“SOĞUK HAVA ALAYIM DEDİM, İNSANLARI YOLDA BIRAKMAK OLMAZ”

Taksi kamerası tarafından kaydedilen görüntülerde taksi şoförü Erge'nin "Bende arabayı daha yeni aldım. Şoför arkadaşı bıraktım, eve gidiyordum. Çalışmayacağım zaten araba arızalı. Sanayiye bırakacağım sabah arabayı. Soğuk hava alayım dedim. İnsanları yolda bırakmak olmaz. Sen o maskeyi takarsan kimse durmaz abi” derken saldırgan ise “Hastayım ondan takıyorum abi” diyor. Şoför Oğuz Erge'nin ise "Ben alırım niye almayacağım. İnsanı bu havada sokakta mı bırakalım dışarısı buz gibi" dediği duyuldu..

ACI HABERİ BAKAN KOCA DUYURDU

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yaptığı açıklamada, taksi şoförünün hayatını kaybettiğini söyledi. Bakan Koca şu ifadeleri kullandı:

"Dün gece İzmir Gaziemir'de, taşıdığı yolcu tarafından ateşli silahla vurulan taksi şoförü, tedavi altında olduğu hastanede hayatını kaybetti. Yaralı şoför 112 ambulansla olay yerinden alınıp Gaziemir Devlet Hastanesi'ne nakledilmiş, ilk müdahale sonrası Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde acil operasyon geçirmişti. Kamuoyuna yayılan video kaydı iyiliğe vahşetle mukabele edilebilmesi açısından büyük üzüntüye yol açacak nitelikte. Failin hak ettiği cezayı çekeceğinden kuşkumuz yok. Merhuma Allah'tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı diliyorum."

110 SAATLİK GÖRÜNTÜ İNCELENDİ

Olayla ilgili soruşturma başlatan polis ekipleri, taksideki araç kamerası ve bölgedeki yaklaşık 70 güvenlik kamerasının görüntülerini incelemeye aldı. İzlenen toplam 110 saatlik görüntüden şüphelinin Delil Aysal olduğu tespit edildi. Delil Aysal, saklandığı evde yakalanıp, gözaltına alındı. Emniyetteki işlemlerinin ardından sevk edildiği adliyede tutuklandı.

MESLEKTAŞLARI 250 ARAÇLIK KONVOY İLE CENAZESİ ADLİ TIPA GETİRDİ

Erge’nin cenazesi, savcının incelemesinin ardından İzmir Adli Tıp Kurumu morguna gönderildi. 250 taksi şoförü, Oğuz Erge’nin bindirildiği cenaze aracına eşlik etti. Korna basarak tepki gösteren taksi şoförleri Oğuz Erge’nin cenazesini taşıyan nakil aracını İzmir Adli Tıp Kurumu morguna kadar takip etti.

"ÇOK DÜZGÜN İNSANDI"

Erge'nin çalıştığı taksinin sahibi Murat Akbaba "Çok düzgün bir insandı, 10 numara biriydi. İyi geçinirdi. Bugün Aydın Söke'den ikindi namazında cenazesini kaldıracağız" dedi.

“KİMSEYE ZARARI DOKUNMAZDI”

Taksici Oğuz Erge’nin arkadaşlarından İZOTAŞ Taksi Kooperatifi Durağı Görevlisi Mustafa Demiral “Belli bir süre burada çalıştı. İnsanlık olarak iyi bir arkadaşımızdı. Kimseye zararı dokunmazdı. Bir süre sonra havalimanı taksiye geçti. İki çocuğu vardı” dedi.

DEPREMZEDELERE ÜCRETSİZ HİZMET VERDİ

Demiral “Deprem zamanında taksisinde çalıştığı kişiyle abi kardeş gibiydi. Onla samimi olduğu için mal sahibi karışmazdı. Deprem zamanı tüm taksiler elinden geleni yaptı. Durak olarak kimseyi mağdur etmedik. Oğuz arkadaşımız da depremzedelere ücretsiz hizmet verdi” ifadesini kullandı.

“TAKSİCİLER ŞİMDİ NE YAPSIN?

Taksici cinayetlerine ilişkin olarak Demiral son dönemde taksicilere çok yüklenildiğini, el kaldırıldığında alınmıyor gibi şikayetlerin çoğaldığını söyledi. Demiral, taksicilerin her el kaldırana katil gözüyle mi bakması gerektiğini ancak bunun da doğru olmadığını söyledi.

“ÜŞÜMESİN DİYE ARACINA ALDI, ÖLDÜRÜLDÜ”

Demiral son olarak Erge’nin müşterisini üşümesin diye aracına aldığını ve öldürüldüğünü söyledi. Durak olarak da çok üzgün olduklarını belirtti.

“OĞUZ NEŞELİ, İNSANLARLA BARIŞIKTI”

Otogardaki duraktan son çalıştığı Havalimanı Durağı’na geçen Oğuz Erge’nin bu duraktaki arkadaşları da iyi bir insan olduğundan bahsetti. Havalimanı Durak Görevlisi Şeref Gür “Ben bu durakta görevliyim. Oğuz Erge insanlarla barışık, işinde gücünde, ağır başlı bir arkadaştı” dedi.

“HATIRNAZ BİRİYDİ”

Öldürülen taksici Oğuz Erge için Gür “Herkesle muhabbeti olan hatırnaz birisiydi. Kavgası gürültüsü olmazdı. Arkadaşları olarak üzüldük. İki çocuğu vardı” ifadesini kullandı.

“DEPREMZEDELERE ÜCRETSİZ HİZMET VERDİK”

Gür “Havalimanı durağı olarak deprem zamanında karar aldık ve depremzedeleri istedikleri yere ücretsiz taşıdık. Kuşadası, Çeşme’ye kadar ücretsiz taksiyle götürdük. Oğuz arkadaşımız da aracında depremzedeleri ücretsiz taşıdı” dedi.

--
Haberin yeri: https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/taksici-oguz-erge-olduruldu-arkadaslari-konustu-isinde-gucunde-insanlarla-barisikti-depremzedeleri-ucretsiz-tasidi-42399970



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



İzmir'de taksiciyi katleden caninin kan donduran ifadesi ortaya çıktı: Kızını arayıp...


İzmir'de soğukta üşümesin diye aracına aldığı Delil Aysal tarafından öldürülen taksi şoförü Oğuz Erge'nin cenazesi toprağa verildi. Katil zanlısı Aysal, cinayeti işledikten sonra Erge'nin kızını arayarak kan donduran ifadeler kullandı. Detaylar haberimizde...

DHA - Güncelleme Tarihi: Şubat 02, 2024 19:47

İzmir'de, müşteri olarak bindiği taksinin şoförü Oğuz Erge'yi (44) tabancayla öldürüp, telefonunu gasbeden Delil Aysal'ın (19) ifadesi ortaya çıktı. Aysal'ın ifadesinde, "Araçtayken bir anda gasp fikrinin aklıma geldi ve eylemi gerçekleştirdim" dedi. Gaziemir ilçesinde, 31 Aralık saat 03.30 sıralarında evli ve 2 çocuk babası Oğuz Erge'nin kullandığı taksiye, yüzünde medikal maske ve başında kapüşon bulunan Delil Aysal, müşteri olarak bindi. Taksi şoförü Erge'yi bir süre taksiyi çeşitli adreslere dolaştıran Delil Aysal, ineceğini söyleyip cebinden para alır gibi yaparak, yanındaki tabancayı çıkardı. Delil Aysal, peş peşe 3 el ateş edip taksici Erge'yi yaraladı. Ardından taksiyi ve şoförün cebini karıştıran Delil Aysal, Erge'nin kulaklık ve cep telefonunu gasbedip, boş kovanları aldıktan sonra kaçtı. Silah sesini duyan çevredekilerin ihbarıyla, olay yerine gelen sağlık ekipleri, direksiyonun başında yaralı halde bulunan Erge'yi, ambulansla İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırdı. Burada tedaviye alınan Oğuz Erge, yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

ARAÇ KAMERASI SİLAHLI SALDIRIYI KAYDETTİ

Tanınmamak için yüzünü medikal maske ile gizleyen ve başında kapüşonu bulunan gaspçı Aysal'ın silahlı saldırı anı, araç kamerasına yansıdı. Görüntülerde, taksi durduktan sonra cebinden para çıkarır gibi yapan Delil Aysal'ın tabancayla 3 el ateş ettiği ve kurşunların isabet ettiği taksi şoförü Erge'nin yan koltuğa doğru devrilip hareketsiz kalması yer alıyor. Delil Aysal'ın tabancayla vurduğu Erge'ye ardından tokat atarak tepkisini ölçmeye çalıştığı, ardından üzerinde ve takside bir şeyler aradıktan sonra kaçtığı görüldü.

110 SAATLİK GÖRÜNTÜ İNCELENDİ

Olayla ilgili soruşturma başlatan polis ekipleri, taksideki araç kamerası ve bölgedeki yaklaşık 70 güvenlik kamerasının görüntülerini incelemeye aldı. İzlenen toplam 110 saatlik görüntüden şüphelinin Delil Aysal olduğu tespit edildi. Delil Aysal, saklandığı evde yakalanıp, gözaltına alındı. Aysal, emniyetteki işlemlerinin ardından sevk edildiği adliyede tutuklandı.

'ARAÇTAYKEN BİR ANDA GASP FİKRİ AKILINA GELMİŞ'

Aysal, polisteki ifadesinde "Araçtayken bir anda gasp fikrinin aklına geldiğini ve eylemi gerçekleştirdim" dedi. Aysal'ın mahkemede de aynı ifadesini tekrarlayıp, bu defa 'Pişmanım' dediği öğrenildi.

MESLEKTAŞLARI 250 ARAÇLIK KONVOYLA EŞLİK ETTİ

Tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Oğuz Erge'nin cenazesi, savcının incelemesinin ardından İzmir Adli Tıp Kurumu morguna gönderildi. 250 taksi şoförü, Oğuz Erge'nin bindirildiği cenaze aracına eşlik etti. Korna basarak tepki gösteren taksi şoförleri Oğuz Erge'nin cenazesini taşıyan nakil aracını İzmir Adli Tıp Kurumu morguna kadar takip etti.

CENAZE ADLİ TIP KURUMU MORGU'NDAN ALINDI

Taksici Erge'nin cenazesi, Adli Tıp'taki otopsinin ardından yakınları tarafından alındı. Erge'nin cenazesi, Buca ilçesi Göksu Mahallesi'ndeki evinden helallik alınmasının ardından toprağa verilmek üzere memleketi Aydın'ın Söke ilçesi Nalbantlar Mahallesi'ne gönderildi.

KIZINI ARAYIP, 'BABAN KAN KAYBINDAN ÖLECEK, AMBULANSI ARA' DEMİŞ

Erge'nin komşularından Aslan Kocalar, "İyi bir arkadaş, iyi bir komşumuzdu. Kimseye zararı olmayan kendi halinde biriydi. Vuran kişi telefonu alıyor ve kızını arıyor. En son aradığı kişi kızıymış. Demiş ki 'Senin baban kan kaybından ölecek. Ambulansı ara.' Sonra arabada ne varsa alıp, yüzüne bir kez vurup, 'herkese güvenme' diyor. Annesi, kardeşler burada oturuyor. Beraber yaşıyorlar" dedi.

'ARACI BEN TESLİM ETTİM'

Erge'nin kullandığı taksinin sahibi Murat Akbaba, "Taksiyi saat 03.00'da Oğuz'a teslim ettim. O gün o çalışacaktı. Saat 04.00'te gelen telefonla acı olayı öğrendim. Üzücü bir durum. Diyecek bir şey yok. Konuşmaları duyuluyor. 'Zaten ben de şimdi aracı yeni aldım. Yarın sanayiye götüreceğim' diyor. Araçta hasar vardı. Boya kaporta olacaktı. Tamamıyla iyi niyeti güzel bir insandı. Allah rahmet etsin. Oğuz, müşteri olarak aracına aldığı kişiye 'Hava soğuk. O nedenle seni aldım' diyor. O kişinin 'Zaten geçen 3 araba beni almadı' diye karşılık vermesi üzerine Oğuz 'Seni bu halde kar maskeli almazlar' diyor" ifadelerini kullandı.

'ÇOK GÜZEL BİR İNSANDI'

Oğuz Erge'nin taksici arkadaşlarından Oktar Karakoç da "Oğuz'u uzun yıllardır tanıyorum. Çok iyi, saygılı, efendi biriydi. Kendi halindeydi. Onu kaybettiğimiz için üzgünüm. Taksicilerin çok sorunları var. Şimdi taksici, müşteriyi almak için durmadı mı suç. Buna bir çözüm bulunması lazım. Taksiciler olarak biz, kimin iyi kimin kötü niyetli olduğunu bilemeyiz. Buna bir çözüm bulunması gerek. Korunmak istiyoruz" diye konuştu.

'FAİLİN YÜZÜ GÖRÜNÜYOR'

İzmir Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası Başkanı Celil Anık, "Burada bizim yaptığımız uygulamanın haklı olduğunu gördük. Araç içerisindeki kamera sayesinde failin yüzü net bir şekilde görünüyordu. İş güvenliği ile ilgili bunun tedbiri araç kamerasıdır, teknolojik araçlar, gereçlerdir. Bizde son 10 seneden beri hiçbir ölümlü hadise olmadı. Bu teknolojiye yaptığımız yatırımdan dolayı, araçların takibinden dolayı. Özellikle kamera caydırıcı oluyor. Bu hadiseyi yapan araçta kamera olduğunu bilmiyor. İzmir Emniyet Müdürlüğü 6 saat gibi kısa bir süreçte faili yakaladı. İnşallah en ağır cezayı alır. Bugün cenazemizi kaldırıyoruz. Buradan alacağız Söke'ye götüreceğiz. Söke'de defnedilecek" dedi. Alınması gereken tedbirler içinde en uygun olanının 'teknolojik tedbirler' olduğunu aktaran Anık, "Bazı arkadaşlarımız, 'Başkanım kabin yapalım arabanın içine' diyorlar. Arkadaşlar bizim kullandığımız arabalar küçük. Avrupa'daki gibi değil. Avrupa'nın da birçok yerinde yok. Bir tek Amerika'da var. Belirli bir ülkede var. Kabini koyduğun zaman şoför koltuğunu ileri geri oynatman mümkün değil" diye konuştu.

Haberin kaynağı: https://www.yirmidort.tv/gundem/izmirde-taksiciyi-katleden-caninin-kan-donduran-ifadesi-ortaya-cikti-kizini-arayip-152527

222

412

5d5f1738d0f601cc0ec5763235329a60

1222

[Edited at 2024-02-03 08:21 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
-- aşağıdaki yazılar başkalarının emeğidir -- alıntıdır Feb 2

Hırsız evin içinde…

02 Şubat 2024 - 10:14
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:45

15 Temmuz sonrası TBMM’de kurulan darbe komisyonunda yaptığı konuşmada tarikat ve cemaatleri eleştiren Prof. Dr. Mustafa Öztürk, meclisi işaret ederek, “Sen kimi kime şikayet ediyorsun? Hırsız evin içindeyse sen bu evi nasıl koruma altına alabilirsin ki” dedi

Prof. Dr. Mustafa Öztürk… 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından darbe gi
... See more
Hırsız evin içinde…

02 Şubat 2024 - 10:14
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:45

15 Temmuz sonrası TBMM’de kurulan darbe komisyonunda yaptığı konuşmada tarikat ve cemaatleri eleştiren Prof. Dr. Mustafa Öztürk, meclisi işaret ederek, “Sen kimi kime şikayet ediyorsun? Hırsız evin içindeyse sen bu evi nasıl koruma altına alabilirsin ki” dedi

Prof. Dr. Mustafa Öztürk… 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından darbe girişimini ve FETÖ'yü soruşturma amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan komisyonda bilgisine başvurulan isimlerden biri. O zaman için Çukurova Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Öztürk, komisyonda yaşanan bir durumu geçtiğimiz günlerde şahsi youtube kanalında gündeme getirdi.

download

“15 Temmuz’da darbe hadisesi yaşandıktan sonra TBMM’deki darbe komisyonunda konuşma yapmıştım” diyen Öztürk, “O konuşmanın tutanakları mevcut… Oradaki hazıruna dolayısıyla siyasi parti temsilcilerine özellikle de iktidar partisi temsilcisi olan milletvekillerine demiştim ki, ‘Bakın! Bir belayı, bir musibeti, bir pisliği yakamızdan güç bela silktik ama onu yakamızdan silkmeden aşağıdan öbürünün paçamıza yapıştığını görüyoruz. Artık siz bu cemaat, Tarikat denen yapılarla siyaset açısından bir takım çıkar, menfaat temin edeceği düşüncesiyle bunlarla kirli alışveriş yapmaktan, kapalı kapıların ardında bunlarla görüşüp bunlara birtakım opsiyonlar, olanaklar sözü vermekten yani hazır oy deposu olmaklık karşılığında bu tür kirli pazarlıklardan vazgeçin. Artık bıktık!’ O zaman bana oradaki milletvekillerinden biri şu minvalde cevap geldi, ‘Hocam sen işini yap, bu işlere burnunu sokma ben de oradaki haleti ruhiyemle, ‘Ben her defasında sizin bu pisliğinizi temizlemek zorunda değilim ya da milletçe değiliz’ demeye getirdim. Dolayısıyla meclis darbe komisyonundaki o günkü tavrım oradaki rapor hazırlama görev sürecimi sonlandırdı. Bi’ bakıma sessiz sedasız diskalifiye edildim, kovuldum. Bugün geldiğim nokta itibariyle dedim ki kendime, ‘Ya! Sen kimi kime şikayet ediyorsun? Sen kimden ne istiyorsun? Hırsız evin içindeyse sen bu evi nasıl koruma altına alabilirsin ki?” dedi.

BU 500 YILLIK BİR HİKAYE

Türkiye’deki tarikat ya da Cemaat denilen yapıların etkisinin bugün peydah olmadığına dikkat çekerek bu durumun Osmanlı dönemine tekabül eden 1600’lü yıllardan beri devam ettiğinin altını çizdi: “Bu cemaat, tarikat denen yapılarla devlet, siyaset ve iktidar arasındaki ilişki öyle zannedildiği gibi Türkiye’nin 1950 sonrası daha çok da Adnan Menderes sonrası sağ iktidarların döneminde palazlanmış, gelişmiş, başımıza bela haline gelmiş bir süreç değil… Bu 500 yıllık bir hikaye. Bakın size bir örnek vereyim… Aziz Mahmut Hüdayi diye bir isim. Bu isimle anılan bir cemaat var, Türkiye’de. Bu cemaat Türkiye’nin özellikle belli başlı kurumlarında, üniversitelerde hala çok etkili bir durumda. O kadar ki, bazı üniversitelerin dekanlarından rektörlerine hangi ismin olacağına, o fakültelerde hangi enstitülerin açılacağına varıncaya kadar etkin rol oynuyorlar. YÖK’ün üst kademelerine kadar uzanan çok etkili bir konuma sahip, bu cemaat…” şeklinde konuştu.

28 GÜNLÜK PROFÖSÖR ÖNCE REKTÖR SONRA BAKAN OLDU

Konuşmasında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i işaret eden Öztürk, “Bugün sizin mecliste eleştirdiğiniz Milli Eğitim Bakanının rektör olmadan önce kendisinin rektörlüğe atanabilmesi için Gazi Üniversitesi’ndeki bazı fakülteler üniversiteden koparılıp oracıkta 3 – 5 fakülteyle yeni bir üniversite icat edildi. 2018 yılının Mayıs ayında kurulan Hacı Bayram Veli Üniversitesi… Bu sizin Milli Eğitim Bakanınız da Ağustos’un 17’sinde veya 18’inde yani üniversite kurulduktan birkaç ay sonra profesör oldu. Profesör olduktan da 28 gün sonra o üniversiteye rektör oldu. Nasıl oldu? Bu zatın o üniversiteye rektör olabilmesi için bir profesörün 3 yıl çalışmış olma şartı kanundan lav edildi, ‘O şartı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kaldırdık’ denildi. Bu arkadaş oraya rektör yapıldı. Rektör yapıldıktan kısa bir süre sonra tekrar eski şart yürürlüğe tekrar kondu. Yani bir kararname ile kanun askıya alınarak arkadaş rektör yapıldı. Rektör olduktan sonra da yeni bir kararname ile 3 yıllık profesör şartı yerine kondu” açıklamalarında bulundu.

DEVLET OYUNCAK GİBİ OYNANIYOR

Yusuf Tekin örneğini göstererek, “Devletin nasıl oyuncak gibi oynandığı, çivisinin çıktığı, kurumsal geleneklerin alt üst edildiğini buradan da anlayabilirsiniz” diyen Öztürk, “Bu yeni dönemin nasıl bir dönem olduğunun en ilginç örneklerinden biri budur. Sizin ‘cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla, ‘protokollerimi sürdüreceğim’ dediği Milli Eğitim Bakanının bakan oluş hikayesi ibretlik bir durumdur, tek başına incelenmesi gereken bir vakadır” çağrısında bulundu.

Yüzbinlerce görevlisi bulunan Diyanet kurumunun başındaki kadronun bunlardan oluşturulduğunu iddia eden Öztürk, “Diyanet’in bütün politikasını şekillendirebiliyor” diyerek sözlerine şunları ekledi:

“Bu cemaatler sivil toplum kuruluşu değil mi? STK’ların görevi nedir? Ahlaklı ve erdemli nesil yetiştirmek değil mi? Madem öyle senin Sağlık Bakanlığının içinde işin ne? Hele hele emniyette niye varsın? Silahlı kuvvetlerde niye varsın?”

Kaynak: https://www.gazeteanadolu.com/hirsiz-evin-icinde/54952/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



İradenin bittiği yerde cemaat başlar

02 Şubat 2024 - 10:11
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:42

İlahiyatçı Prof. Dr. Öztürk, “Cemaatin altında bir güruh toplanır ve o grup liderine tanrıya tapınır gibi tapınır” dedi

iradenin-bittigi-yerde-cemaat-baslar-9506

Şahsi youtube kanalında cemaatlerin yapısal özelliklerini anlatan İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Hangi Tarikat ya da cemaate ele alırsanız alın bu cemaatlerin hepsinin ortak bir özelliği olduğunu aktardı. Cemaatlerin koşulsuz teslimiyet istediklerini dile getiren Öztürk, “Cemaatlere girerken iradenizi, sorgulamanızı ve bireyselliğinizi kapının dışında ayakkabınızı çıkarır gibi çıkartıp gireceksiniz. Orada lider kimse ona koşulsuz biat edeceksiniz. Gıkınızı çıkartmayacaksın. Gıkınızı çıkarttığınız anda kendinizi kapının dışında bulursunuz. İşte cemaatlerde mekanizma böyle işliyor.

Bu durum Fetullah’ında da İsmail Ağa’sında da Menzil’inde de böyle işler. Cemaatin içerisinde dik başlılık yaptığınız anda kendinizi dışarıda bulursunuz. Yani doğal bir sürecin içerisinde dışlanırsınız. Ondan sonra da muhtemelen cemaatin çirkefliğine göre yaftalanırsınız. Kimisi, ‘Ne hali varsa görsün’ der, sizinle uğraşmaz. Kimisi arkanızdan damgayı basar, hayatınızı karartır. FETÖ karartıyordu. Bazı cemaatler, ‘Sen sağ, ben selamet’ der bırakır ama sizi içeride tutmaz. Bir cemaate girip kendiniz olup irade ortaya koyabilmenizin imkanı yoktur” dedi.

“Cemaatin altında bir güruh toplanır ve o grup liderine tanrıya tapınır gibi tapınır” diyen Öztürk, “Her ne kadar bizim Sünni gelenekte, ‘Allah’a isyan olduğu yerde, kula itaat olmaz’ diye bir prensip konsa da Aziz Mahmut Hüdayi’nin yani Halvetiye – Celvetiye geleneğinin temsilcilerinden biri olan İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruhül Beyan adlı tefsirinin ‘ulul emre itaat’ ayetinin tefsirinde şunları göreceksiniz: ‘Eğer siz şeyhinizi yani ulul emrinizi şeriatın apaçık haram kıldığı fiili işlerken kendi gözlerinizle görseniz. Yani görseniz ki adam açık açık zina yapıyor diyeceksiniz ki, ‘Benim bunda hikmetini anlayamadığım bir iş var. Sakatlık, eksiklik, noksanlık bende’ diyeceksiniz ve şeyhin orada yaptığının altında bir hikmet olduğuna hükmedeceksiniz” şeklinde konuştu.

TANRISAL SIFATLAR İZAFE EDİYORLAR
Kişilerin mensubu olduğu tarikat ve cemaatlerin liderlerine en ufak bir eleştiri getiremeyeceği gibi liderlerine tanrılık sıfatları atfettiklerini ifade eden Öztürk, “Siz bugüne kadar hiçbir Cemaat mensubunun, ‘Bizim şeyhimizin şurada da bir sürçü lisanı oldu, şurada da isabetsiz bir beyanı oldu, şurada da benim mantığıma yatmayan bir görüşü oldu’ dediğini duydunuz mu?
Şeyhlere atfedilen sıfatlara bir bakar mısınız? Mesela Aziz Mahmut Hüdayi kimmiş? Kutbul Aktab’mış… Menzil’deki zat nedir? Gavs… Kutub, Gavs sıfatları ne demek biliyor musunuz? Adamlar bu dünyadan göçseler bile ruhaniyetiyle bütün dünya bunların ekseninde dönüyor. Dünyanın manevi cihetiyle dünyayı çekip çevirme işi, yönetimi bunlardan soruluyor. Adamlara bakar mısınız ya! Adamlar sizin gibi günde hacetine giden biat ettikleri insanoğluna, tanrısal sıfatlar izafe ediyorlar. Böyle vehim içinde yaşayan, ilkel, cahiller güruhunun oluşturduğu topluluklar…” ifadelerini kullandı.

NİTELİKSİZLER ANCAK NİCELİKLERİ MANİDAR…
“Bunların toplumdaki niceliksel değerleri ne kadar?” sorusuna cevap veren Öztürk, “Bu irili ufaklı cemaatlerin hepsini toplayıp bir seçimde oya tahvil etseniz Türkiye’de kaça tekabül eder? Cemaatlerin Türkiye’deki toplam oyu yüzde 1-2 olmaz. Fetullah Gülen denen terörist başının elemanları, bağımsız aday olarak çıktılar. Peki kaça tekabül ettiler, bir yekun tutmuyor. Ama nitelik olarak gördükleri işlevler manidar… Mesela Diyanet kurumunun başındaki kadronun bunlardan oluşturulması yüzbinlerce görevlisi bulunan Diyanet’in bütün politikasını şekillendirebiliyor” açıklamasında bulundu.

TÜRKİYE’DE GÜNDEM OLUŞTURUP GÜNDEM DEĞİŞTİRİYORLAR
Tarikat ve cemaatlerin Türkiye’de gündem oluşturma ya da değiştirme kabiliyetlerinin olduğuna dikkat çeken Öztürk, “Niceliklerine, sayılarına bakılmıyor. Bunların iş görme kabiliyetlerine göre paye biçiliyor. Bu açıdan cemaatler fazlaca önemseniyor. Osmanlı’da da devletin cemaatle ilişki içine girdiği yapı Halidi yapıdır. Bu yapı, ‘Biz sivil olarak kendi zaviyemizde, tekkemizde kalalım… Arada bir istendiğinde devlet adamlarına nasihatte bulunalım’ şeklinde bir yapı değil. Bu bizzat organize olmuş şekilde devlete elini sokmak, devletin içinde yer almak üzere tanzim edilmiş bir yapıdır. O gün bugündür bütün devlet kurumlarında kolonileşmiş yapıların hepsi Halidi-Bağdadi yapıdır. Bu yapı Osmanlı’ya ilk nüfus ettiğinde devlet bunlardan o kadar rahatsızlık duydu ve en son bunları Sivas’a sürgün etmek zorunda kaldı. Çünkü devlete burunlarını soktular” dedi.

100 YILDIR İKTİDAR PAYDAŞLIKLARI DEVAM EDİYOR
Osmanlı dönemindeki Halidi yapıdaki cemaatlerin aşağı yukarı 100 yıldır Türkiye’deki iktidarlarla arasındaki paydaşlığı devam ettirdiğini belirten Öztürk, “STK adı altında faaliyet yürüten cemaatlerin görevi nedir? Ahlaklı ve erdemli nesil yetiştirmek değil mi? Madem öyle senin Sağlık Bakanlığının içinde işin ne? Hele hele emniyette niye varsın? Silahlı kuvvetlerde niye varsın? STK’sın ya sen… Sen çoluk çocuğun ahlaklı, erdemli olmasını istiyorsun değil mi?” serzenişinde bulundu.

Kaynak: https://www.gazeteanadolu.com/iradenin-bittigi-yerde-cemaat-baslar/54951/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Son darbeyi devlet vursun!


02 Şubat 2024 - 09:20
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:42

Din tüccarlığı yapan tarikat ve cemaatlerin faaliyet yaptığı dernek ve vakıflar kapatılsın

son-darbeyi-devlet-vursun-2558


Sosyal medyada 'Diyarbakırlı Ramazan Hoca' olarak tanınan Ramazan Pişkin, İstanbul'un Fatih ilçesinde yer alan iş yerinde çıkan tartışmada bıçaklanarak öldürüldü. Peki Ramazan Pişkin’in bilinir kılan durum neydi? Çok sert Tarikat eleştirileriyle dikkat çeken Pişkin, bu noktadaki görüşleri sebebiyle mi öldürüldü?

Öldürüldüğü gecenin akşamında 2 arkadaşıyla “Diyarbakırlı Ramazan Hoca” nın yani Ramazan Pişkin’in çalıştığı çay ocağında olduklarını söyleyen Halil İbrahim Galya isimli vatandaş, "Dün akşam saat 20.00’da 3 arkadaş buraya geldik. Biz geldiğimizde ışıklar kapalıydı. İçeride oturup bir süre muhabbet ettik. 3 arkadaşım ile kendisinden tespih aldık. Ondan sonrada çıktık. Kendisinde biraz tedirginlik vardı. Biz onu hissettik çünkü ışıkları kapalıydı. Mekanı cennet olsun. Hatta bizden sonra arkadaşım telefon ile aradı bize, ‘öldürülmüş’ dedi. Bizden sonra Sirkeci’de yemek yemiş. Videolarında da dediği gibi sürekli tehdit edildiğini söylüyordu. Kendisine neden Diyarbakır’dan buraya taşındığını sordum. Bana, ‘Orada anlattıklarımı burada da anlatmaya çalışacağım’ dedi” diye konuştu.

Pişkin’in tarikat mensubu bir şahıs tarafından ya da bir tarikatın azmettirmesi sonucunda öldürülüp öldürülmediği henüz bilinmezken ortada şöyle de bir gerçek var. Bazı tarikat ve cemaatlerin ekran yüzü olan müritleri Ramazan Pişkin’i çok ağır bir dille eleştirmiş Pişkin’e sapık ya da deli yakıştırmaları yaparak İslam Ümmetine zarar verdiğini ifade eden konuşmalar yapmıştı. Bu durumun ise tarikat mensuplarını galeyana getirdiği herkes tarafından bilinen bir gerçekti.

Kendi haline yaşayan doğru bildiklerini, kendisine soru soranlara anlatan bu şahsın hiç kimseyle kişisel probleminin olmayacağı aşikarken öldürülüş sebebinin tarikat bağlantılı olduğu iddiaları aksi ihtimallere karşı daha çok kabul görür vaziyette. Bu durumun gerçek olma ihtimali düşünüldüğünde FETÖ’den sonra meydanı boş bulan küçük FETÖ’cüklerin Türkiye’de nasıl etkili oldukları açıkça görülüyor.

Siyasette de etkin rol alan tarikat ve Cemaat gibi yapılar. Siyasetteki müritlerinin elleriyle gerçekleşen atamalar hem Karaman’ın hem de Türkiye’nin acı bir gerçeği olarak karşımıza çıkıyor. Siyasetteki etkileri sayesinde bir gecede kanun değiştirip işlerini gördükten sonra eski kanunu geri yerine koyduklarını kim inkar edebilir?

Karaman’daki kamu kurumlarında sivil toplum kuruluşu adı altında dernek sıfatının arkasına sığınarak faaliyet yürüten tarikat ve cemaatler en az FETÖ kadar bu milleti hem manen hem madden sömürmeye devam ediyor. Tarikatına ya da cemaatine tam teslimiyetle biat ettiğine inanılan müritler ya da mensuplar ait oldukları grubun gücü nispetinde yeri geliyor rektör atıyor, yeri geliyor başhekim indiriyor. Hatta bazı kamu kurumlarından yansıyan iddialara göre memur olan tarikat müridi ya da cemaat mensubu amirine ve müdürüne yön veriyor. FETÖ’den ders almayan bu halimiz, bizleri yeni FETÖ’cüklerin kucağında bırakıyor! Hal böyle olunca da ne liyakatten ne anlayıştan ne de fikir özgürlüğünün yanından geçilemiyor. Dernek adı altında ülkede faaliyet yürüten tarikat ve cemaatler bu milletin başına 1600’lü yıllardan itibaren yani ta! Osmanlı zamanından bu yana musallat olmuş, devleti ve milleti kendi emelleri doğrultusunda sömürmüştür. Her tarikat ya da cemaat aynı mıdır, bilinmez ancak kurunun yanında yaş da yanacak. Din tüccarlığı yapan tarikat ve cemaatlerin faaliyet yaptığı dernek ve vakıflar kapatılsın. Sorun kökten çözülsün…

Yeri: https://www.gazeteanadolu.com/son-darbeyi-devlet-vursun/54946/



[Edited at 2024-02-02 10:19 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
--alıntıdır -- Feb 2

Bir FETÖ gider bin FETÖ gelir

02 Şubat 2024 - 09:44
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:52

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de ne olduğunu dile getiren Prof. Dr. Öztürk, “Bir FETÖ gider bin FETÖ gelir. FETÖ’den hiç ders alınmadı mı? Alınmadı!” dedi


FETÖ tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz Temmuz Darbe Girişimi’nin Tarikat ve cemaatlere karşı bir duruşun sergilenmesi gerekliliğini ortaya koyduğunu söyleyen
... See more
Bir FETÖ gider bin FETÖ gelir

02 Şubat 2024 - 09:44
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 10:52

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de ne olduğunu dile getiren Prof. Dr. Öztürk, “Bir FETÖ gider bin FETÖ gelir. FETÖ’den hiç ders alınmadı mı? Alınmadı!” dedi


FETÖ tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz Temmuz Darbe Girişimi’nin Tarikat ve cemaatlere karşı bir duruşun sergilenmesi gerekliliğini ortaya koyduğunu söyleyen İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, “Şimdi FETÖ’den ders alınmadı mı? Alınmadı!” diyerek, “Bugün siyasi iktidarı temsil eden AK Parti, Erbakan Hoca’nın yapısından bir tür mutasyona uğrayarak kopmadan ve kendisi bağımsız bir siyasi hareket olmadan önceki süreci düşündüğümüzde Erbakan Hoca’nın temsil ettiği Milli Görüş zihniyetiyle bu Fetullah Gülen’in takip ettiği Nurcu çizgi arasında gönül ilişkisi pek kurulamadı.

Belki bu iki yapı arasında kişisel düzeyde geçirgenlikler, geçişkenlikler, toleranslı bakış açıları olmuştur. Bunlar birbirlerine pek hüsnü nazar ile bakmadı, birbirlerini pek sevmediler. Fakat kaderin cilvesi… Erbakan Hoca bir yerden yürüdü, bir yere kadar gelebildi. Bunlar da 1980’den beri sürekli hızlanarak epeyce büyüdüler. Ecevit döneminde de büyüdüler, Çiller döneminde de büyüdüler güçlenerek yol aldılar. 2002’ye geldiğinde kader bunları bir bakıma yan yana getirdi. Fakat yan yana geldiklerinde mevkidaşlık ilişkisi içinde eşdeğer rütbede 2 gücün iktidar paydaşlığı gibi simetrik bir ilişki kuruldu. Birisi devletin derin kurumları arasındaki yargıda, TSK’da, emniyette epeyce kök salmış. Öbürü de iktidar olmuş ama yargıya nüfus edemiyor, bir başörtüsü vakasında Anayasa Mahkemesinde kapatılmaktan bir oyla son anda direkten dönüyor. Sıkıntıları var… Bunun ona ihtiyacı var, onun da buna ihtiyacı var. Birisi askeri vesayeti kırmak için onu kullandı, diğeri de devlete daha fazla tasallut etmek, her tarafını kaplayabilmek için onu kullandı” şeklinde konuştu.

İKTİDARDA ŞİRKİ KABUL ETMEDİLER
FETÖ ele başı Fetullah Gülen’in 2010 yılı referandumunda “Mezardan kalkanlar bile oy kullansın” diyerek HSK’ya, yargıya nasıl çöküleceğinin sinyallerini verdiğini söyleyen Öztürk, “Birileri bunu anlayamadı. İlerleyen süreçte iktidar paydaşlığının kabul edilmemesi noktasına gelindi. Siyaset tarafı, ‘Bunlara el verdik, kolumuzu istiyorlar’ diye rahatsızlığını dile getirdi. Öbürü de ‘Asıl devlet, iktidar ben olmalıyım’ diye siyasetin üstüne yürüdü. Yani ‘Orada şirki kabul etmiyoruz. Tevhit olacak. Yani iktidar paydaşlı yürümeyecek, birimiz iktidar olacak’ denildi ve iktidar kavgasına girilip 17 – 25 Aralık’ta patlak veren kavga bizi 15 Temmuz’a kadar getirdi” ifadelerini kullandı.

İKTİDARLA İLİŞKİSİ TABİ – METBU İLİŞKİSİDİR
FETÖ’den sonra Türkiye’deki tarikat ve Cemaat yapılarının asimetrik bir yapıya evrildiğini dile getiren Prof. Dr. Öztürk, “Peki 15 Temmuz’dan sonra ne oldu? Bizim bir ilahiyatçı hocamızın, ‘Bakın bir FETÖ gider, bin FETÖ gelir’ dedi ve öyle de oldu. Ya, FETÖ’den ders alınmadı mı? Alınmadı! Orada iktidarın eş değerleri arasında kavga yaşandı. Fakat şimdi Türkiye’deki cemaatler FETÖ gibi darbe yapmaya kalkacak büyüklükte, devlete o düzeyde nüfus etmiş ve siyasi iktidarla iktidarı paylaşma ilişkisi kurabilmiş cesamette değil. Bu cemaatlerin siyasi iktidarla hali hazırdaki ilişkisi, tabi – metbu ilişkisidir. Yani kendisine tabii olunan konumda cemaatler de tabii olan konumda. Dolayısıyla iktidara peşinen, ‘Biz sana biat ettik. Seni bundan sonra ölümüne destekleyeceğiz’ şeklinde itaatlerini bildirmişler İktidarın küçük bileşenleri var yani cemaatler federasyonu gibi… En büyük cemaat şuandaki siyasal iktidarın kendisi ve cemaat mantığıyla işliyor” dedi.

Yeri: https://www.gazeteanadolu.com/bir-feto-gider-bin-feto-gelir/54947/

bir-feto-gider-bin-feto-gelir-5605


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Dünya bunların ekseninde dönüyor!


02 Şubat 2024 - 09:57
Güncelleme: 02 Şubat 2024 - 11:25

Tarikat ve cemaat liderlerine atfedilen Kutub, Gavs gibi sıfatlara dikkat çeken Prof. Dr. Öztürk, “Adamlar bu dünyadan göçseler bile ruhaniyetiyle bütün dünya bunların ekseninde dönüyor” dedi

dunya-bunlarin-eksininde-donuyor-2306


Türkiye’deki tarikatçılık ve cemaatçilik yapılarını bir şeyhin kurduğu tarikat üzerinden eleştiren İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk, “Aziz Mahmut Hüdayi, 1600’lerin ilk çeyreğinde vefat etmiş. Üsküdar merkezli bir cemaat, kaç yüzyıldır da orada, ‘Aziz Mahmut Hüdai Vakfı’ diye yeri yurdu da belli olan bir yer. Bu zata bakın, hayat hikayesini okuyun. Kanuni’nin Mihrimah Sultan’dan olan torunuyla evlendiği rivayeti, yani devletle olan hısımlık ilişkisi bir yana. Evliya Çelebi’nin anlatımına göre, ‘7 tane padişah bu zatın elini öptü’ diyor. Hadi 7 biraz abartılı ama en azından biz biliyoruz ki… 3’üncü Murat bir, 1’inci Ahmet iki, 2’inci Osman üç. 3 padişahın da bu zatın sohbetinde bulunmak, kendi meclislerindeki sohbet ortamına davet etmek, nasihatlerini, öğütlerini, telkinlerini dinlemek dolayısıyla bu yakınlık nazarı ile bu zatın taleplerini, isteklerini yerine getirmek babında bu kadar sıkı fıkı iktidarla, siyasetle, devletle cemaat arasında ilişki kurulmuş. Evliya Çelebi der ki, ‘7 padişah bu eli öptü. Bu zat da 170 bin kişiye el verdi. O kadar ki öldürüleceği korkusuyla hayatından endişe duyan devlet adamı, bürokrat bu zatın dergahına sığınmıştır. Yani oraya sığınınca devlet, iktidar, padişah, sultan bile ona söz geçiremiyor. Siyaset ve cemaat arasında bu kadar derin bir iktidar paydaşlığı var. Bu kültür Osmanlı’dan buyan hiç kopmadı. Hep vardı” dedi.

ZİNA YAPAN ŞEYHİN HİKMETİNDEN SUAL OLMAZ
Sapkın tarikatların Kuran’daki ‘Ulul emre itaat’ ayetini kendilerine göre nasıl tefsir ettiklerini ifşa eden Prof. Dr. Öztürk, “Her ne kadar bizim Sünni gelenekte, ‘Allah’a isyan olduğu yerde, kula itaat olmaz’ diye bir prensip konsa da Aziz Mahmut Hüdayi’nin yani Halvetiye – Celvetiye geleneğinin temsilcilerinden biri olan İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruhül Beyan adlı tefsirinin ‘ulul emre itaat’ ayetinin tefsirinde şunları göreceksiniz: ‘Eğer siz şeyhinizi yani ulul emrinizi şeriatın apaçık haram kıldığı fiili işlerken kendi gözlerinizle görseniz. Yani görseniz ki adam açık açık zina yapıyor diyeceksiniz ki, ‘Benim bunda hikmetini anlayamadığım bir iş var. Sakatlık, eksiklik, noksanlık bende’ diyeceksiniz ve şeyhin orada yaptığının altında bir hikmet olduğuna hükmedeceksiniz” şeklinde konuştu.

İNSANOĞLUNA TANRISAL SIFATLAR İZAFE EDİYORLAR
“Şeyhlere atfedilen sıfatlara bir bakar mısınız?” diyerek şaşkınlığını ifaden eden Prof. Dr. Öztürk, “ Mesela Aziz Mahmut Hüdayi kimmiş? Kutbul Aktab’mış… Menzil’deki zat nedir? Gavs… Kutub, gavs sıfatları ne demek biliyor musunuz? Adamlar bu dünyadan göçseler bile ruhaniyetiyle bütün dünya bunların ekseninde dönüyor. Dünyanın manevi cihetiyle dünyayı çekip çevirme işi, yönetimi bunlardan soruluyor. Adamlara bakar mısınız ya! Adamlar sizin gibi günde hacetine giden biat ettikleri insanoğluna tanrısal sıfatlar izafe ediyorlar. Böyle vehim içinde yaşayan, ilkel, cahiller güruhunun oluşturduğu topluluklar” ifadelerini kullandı.

MÜRİTLER VERGİDEN MUAF TUTULMUŞ
Şuan ki Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in alengirli bir şekilde rektör olduğu üniversiteye ismi verilen Hacı Bayram Veli’yi işaret eden Prof. Dr. Öztürk, “Hacı Bayram Veli de 2’inci Murat zamanın adamıdır. Bu zata intisap eden kişiler Bayramiler ya da Hacı Bayram’ın müritleri devlet tarafından vergiden muaf tutulmuşlardır. Hatıra bir bakın! Devlet katındaki ağırlığa bir bakın! Diğer vatandaşlar vergi veriyor, bu arkadaşlar vermiyor. Artık iş Ankara ve civarında vergi toplanamaz hale gelince 2’inci Murat, ‘Arkadaş, bu Hacı Bayram denen zatın müritleri hakkında bana bir sayı verin. Bu nedir? Bütün Ankara’yı bu adam teslim mi aldı? O bölgeden niye vergi toplanamıyor?’ diye Hacı Bayram Veli’yi Edirne’ye çağırmış ve görüşmek zorunda kalmıştır” bilgisini verdi.

Yazının kaynağı: https://www.gazeteanadolu.com/dunya-bunlarin-eksininde-donuyor/54949/



[Edited at 2024-02-03 07:53 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
Memleketimden bir habere denk geldim.İnsanın memleketini tanıtması reklam sayılmaz... Feb 2

--alıntı--

Ermenek Barajı'ndan ekonomiye 1,5 milyar lira katkı


DSİ tarafından Ermenek'te inşa edilen, Türkiye'nin en yüksek ikinci barajı Ermenek Barajı ve HES, 2012 yılından bu yana ürettiği enerjiyle ülke ekonomisine 1,5 milyar lira katkı sağladı.


Haber: Engin Özekinci
13.06.2019 - Güncelleme : 13.06.2019


Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından Karaman'ın Er
... See more
--alıntı--

Ermenek Barajı'ndan ekonomiye 1,5 milyar lira katkı


DSİ tarafından Ermenek'te inşa edilen, Türkiye'nin en yüksek ikinci barajı Ermenek Barajı ve HES, 2012 yılından bu yana ürettiği enerjiyle ülke ekonomisine 1,5 milyar lira katkı sağladı.


Haber: Engin Özekinci
13.06.2019 - Güncelleme : 13.06.2019


Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından Karaman'ın Ermenek ilçesinde dar bir vadide inşa edilen Ermenek Barajı ve HES, işletmeye alındığı günden itibaren ürettiği enerjiyle ülke ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulundu.

Çift eğrili asimetrik ince kemer beton tipinde inşa edilen Ermenek Barajı, 218 metre yüksekliğiyle Deriner Barajı'ndan sonra Türkiye'nin en yüksek ikinci barajı unvanına sahip.

Genişliği tepede 150 metreden az olan, tabanda ise yer yer 5 metreye kadar düşen dar ve derin bir vadide inşa edilen Ermenek Barajı'nın yapımı kablo vinç sistemiyle iş makinelerinin havadan taşınmasıyla tamamlandı. Teknik olarak Türkiye'nin en zorlu baraj projelerinden biri olan Ermenek Barajı ve HES, 306 megavat kurulu güce ve 1 milyar 48 milyon kilovatsaat yıllık enerji üretme kapasitesine sahip.

Toplam 4,5 milyar metreküp biriktirme hacmi olan ve 2012 yılının eylül ayında enerji üretimine başlanan barajda, bugüne kadar 5 milyar kilovatsaat elektrik enerjisi üretildi. Bu üretim de ülke ekonomisine 1,5 milyar lira katkı sağladı.

DSİ Genel Müdürü Mevlüt Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, DSİ'nin son 17 yılda ciddi projelere imza attığını söyledi.

Ermenek Barajı'nın Deriner Barajı'ndan sonra Türkiye'nin en yüksek barajı olduğuna dikkati çeken Aydın, şunları kaydetti:

"Ermenek Barajı'nda elektrik üretmeye 2012 yılında başladık. Göksu Nehri üzerine inşa edilen Ermenek Barajı'nın kurulu gücü 306 megavat. Her yıl barajdan üretilen 1 milyar 48 milyon kilovatsaat enerji yaklaşık 90 bin hanenin elektrik ihtiyacını karşılıyor. Kurulduğu günden bu yana ise 5 milyar kilovatsaat elektrik üretilmiş olup, bunun da ekonomiye katkısı 1,5 milyar liradır. Yani yaklaşık 7 yılda ekonomiye 1,5 milyar liralık katkı sağladık. Ayrıca Ermenek Barajı Türkiye'nin yöre turizmine de olumlu katkı sağlamaktadır."
--
Kaynağı: https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/ermenek-barajindan-ekonomiye-1-5-milyar-lira-katki/1502954


11

222

71921e89-b96e-44c8-98c4-ab31adf557d0

barajin-turkuazi-ormanin-yesili-ermenek-ten-essiz-goruntuler-2613

ERMENEK TOL MED

Ermenek_+_Ermenek_Barajı_(Stausee)_Blick_nach_Süd

ermenek-baraji-dogasi

unnamed

KARAMANERMENEKBARAJI1_20170302112718323

thumbs_b_c_56070060e535722562be2d106f962789

rjytt

7

170728542_xOohLv254qte9wldstAxZtJHQrXhj1Yye5Cq961GODE

FoFdOPTXoAU88cn

add6e52c955a4718161b0d033f16480d

05a3bb97fb67081bd3b3f376eb37429e

4b87fe58a281e174633240ed296538dd

1680x756

ermenekgolmanzara333

ermenek-barajı

ermenk Göksu

ermenekkalesi

whatsapp-image-2022-10-11-at-180935-1665501183 (1)

x720

thumbs_b_c_cce64a1cd8b3307360e6247bad58f022

EGQysCaXkAADqxe

DJI_00621


[Edited at 2024-02-03 08:47 GMT]
Collapse


Halil Ibrahim Tutuncuoglu "Бёcäטsع Լîfe's cômplicåtعd eñøugh"
 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
--hepisi alıntıdır-- Feb 2

Atmosferik Nehir: Dünyanın En Büyük Nehri Yeryüzünde Değildir



Yazı: Sibel Çağlar
13/08/2023 - Son güncelleme: 01/02/2024

“Dünyanın en büyük nehri hangisidir?” sorusunu etrafınıza sorarsanız alacağınız cevap muhtemelen Amazon, Nil veya Mississippi biçiminde olacaktır. Aslında, Dünya’nın en büyük nehirlerinden bazıları gökyüzündedir. Binlerce kilometre uzunluğundaki ve yüzlerce kilometre genişliğ
... See more
Atmosferik Nehir: Dünyanın En Büyük Nehri Yeryüzünde Değildir



Yazı: Sibel Çağlar
13/08/2023 - Son güncelleme: 01/02/2024

“Dünyanın en büyük nehri hangisidir?” sorusunu etrafınıza sorarsanız alacağınız cevap muhtemelen Amazon, Nil veya Mississippi biçiminde olacaktır. Aslında, Dünya’nın en büyük nehirlerinden bazıları gökyüzündedir. Binlerce kilometre uzunluğundaki ve yüzlerce kilometre genişliğindeki bu nehirlere atmosferik nehir denir.

//Atmosferik nehirler dünyanın her yerinde, en yaygın olarak orta enlemlerde meydana gelir. Ortalama olarak, atmosferik nehirler Amazon Nehri’nin normal akışının yaklaşık iki katı akışa sahiptir.///

Okullarda öğrendiğimiz bir bilgi su döngüsü sonucunda denizlerdeki su buharının atmosfere taşındığı ve oradan da yağmur olarak tekrardan Dünya’ya geri döndüğü biçimindedir. Ancak 1998 yılında bu bilgimizi kısmen güncellememiz gerekti. Bu su buharı aslında nehirler halinde gökyüzünde de akıyordu.

//Terim, jet akımı tarafından taşınan – genellikle tropikal kökenli – dar bir konsantre su buharı koridorunu tanımlar.///

Gökyüzündeki bu nehirler Amazon nehrinden bile daha fazla su taşıma potansiyeline sahiptir. Gökyüzünde aynı anda dört ya da beş tanesinin bir arada olması da olasıdır. Dünyadaki şiddetli yağmurların ve sellerin bir çoğundan da bu nehirler sorumludur.

Atmosferik nehir nedir?

Atmosferik nehirler, su buharının çoğunu tropik bölgelerin dışına taşıyan, atmosferdeki uzun ve dar bölgelerdir. Boyutu ve gücü değişse de, ortalama atmosferik nehir, Mississippi Nehri’nin ağzındaki ortalama su akışına kabaca eşdeğer miktarda su buharı taşır. Olağanüstü güçlü atmosferik nehirler ise, bu miktarın 15 katına kadar taşma potansiyeline sahiptir. Atmosferik nehirler karaya indiğinde, genellikle bu su buharını yağmur veya kar şeklinde bırakırlar.

//Şubat 2017’de gözlemlenen dünyadaki atmosferik nehirler///

İyi bilinen bir örnek, Hawaii yakınlarındaki tropik bölgelerden ABD batı kıyısına kadar uzanan Ananas Ekspresi olarak da bilinen bir atmosferik nehirdir. 1861 yılında bir atmosferik nehir California’da 43 gün boyunca şiddetli fırtınalara ve yağışlara neden oldu. Sonucunda da 1553 kilometrelik bir göl ortaya çıktı. Tüm atmosferik nehirler hasara neden olmaz. Aslında çoğu, su temini için çok önemli olan yararlı yağmur veya kar sağlayan zayıf sistemlerdir. Asıl sorun bu nehirlerin varlığı değil daha sık ve daha geniş çaplı oluşmalarıdır.

Atmosferik nehirler buzullarının erime hızındaki artıştan da sorumludur

Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu örtüsü bildiğimiz gibi dramatik bir şekilde küçülüyor. Bu küçülmeye katkı sağlayan faktörlerin arasında atmosferik nehirler de yer alıyor. Sıcak hava daha fazla su buharı tutar. Gezegen ve Kuzey Kutbu ısındıkça da, Kuzey Kutbu gibi daha soğuk bölgeler de dahil olmak üzere, bol miktarda nem taşıyan atmosferik nehirler ve diğer fırtınalar daha yaygın hale gelir.

//Araştırmacılar bu biçimde devam edilmesi durumunda 2050 yılı civarında yaz aylarında Kuzey kutup bölgesinin tamamen buzsuz olacağını öngörmektedir. Deniz buzu kaybı iklim değişikliğine katkıda bulunur. Deniz buzu, uzaydan gelen enerjiyi geri yansıtır. Onsuz, okyanuslar bu enerjinin %90’ından fazlasını emer ve bu da okyanusların ısınmasına neden olur.///

Atmosferik nehirler yeni oluşan deniz buzunun üzerinden geçtiğinde, ısı ve yağış ince, kırılgan buz örtüsünü eritiyor. Bu hava olaylarının sıklığının artması da, sabit buz örtüsünün oluşmasını zorlaştırıyor. Araştırmacılar 1979’dan 2021’e kadar buzul azalmasının yaklaşık %34’ünün atmosferik nehirlerin artan sıklığı ile ilişkili olduğunu ortaya koydu.

Küresel ısınma atmosferik nehirleri nasıl etkiliyor?

Daha sıcak hava daha fazla nem anlamına gelecektir. Bu nedenle de küresel sıcaklıklar arttıkça, atmosferik nehirlerin daha yoğun olmasını, bunun da şiddetli ve aşırı yağış olaylarında artışa yol açmasını bekleyebiliriz. Benim elimden ne gelir diyenlere son olarak hatırlatalım. Antropojenik ısınma yani fosil yakıtların yakılması gibi insan faaliyetlerinin neden olduğu sıcaklık artışı ise atmosferik nehirlerdeki artışın temel nedenidir.

---
Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/atmosferik-nehir-dunyanin-en-buyuk-nehri-yeryuzunde-degildir/

atmosferik-nehir


Kaynaklar ve ileri okumalar

What are atmospheric rivers?.Yayınlanma tarihi: 31 Mart 2023. Bağlantı: What are atmospheric rivers?
Atmospheric rivers are hitting the Arctic more often, and increasingly melting its sea ice. Kaynak site: Conversation. Yayınlanma tarihi: 6 Şubat 2023. Bağlantı: Atmospheric rivers are hitting the Arctic more often, and increasingly melting its sea ice
Zhang, P., Chen, G., Ting, M. et al. More frequent atmospheric rivers slow the seasonal recovery of Arctic sea ice. Nat. Clim. Chang. 13, 266–273 (2023). https://doi.org/10.1038/s41558-023-01599-3
What is an atmospheric river? With millions of people under flood alerts, a hydrologist explains the good and bad of these storms and how they’re changing. Yayınlanma tarihi: Kaynak site: Conversation. Bağlantı: What is an atmospheric river? With millions of people under flood alerts, a hydrologist explains the good and bad of these storms and how they’re changing
Gershunov, A., Shulgina, T., Clemesha, R.E.S. et al. Precipitation regime change in Western North America: The role of Atmospheric Rivers. Sci Rep 9, 9944 (2019). https://doi.org/10.1038/s41598-019-46169-w



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Neden Çoğumuz Sağ Elimizi Kullanıyoruz? İlginç Bir Teori Bize Fikir Verebilir



Yazı: Sibel Çağlar
23/01/2024 - Son güncelleme: 23/01/2024

sag-el-sol-el-min


Sağ ya da sol el kullanmanın dövüşme ile ne ilgisi var? Çoğumuzun sağ elini baskın el olarak kullanma nedeni, kalbimizi korumak olabilir mi?

Dünya geneline bakıldığında; tüm nüfusun yüzde % 10 ila % 13,5 arasının solak olduğu tahmin ediliyor. Bu insanların bir kısmı her iki elini de kullanabilirken bir kısmı sadece sol elini kullanıyor. Bu durumda her on insandan dokuzu sağ elini kullanıyor. Peki ama neden çoğumuz sağ elimizi kullanıyoruz? Sağ ile sol el kullananlar arasındaki, bu dengesizlik nereden kaynaklanıyor?

Aslına bakarsanız insanların neden çoğunlukla sağ elini kullandığının cevabını henüz tam bilmiyoruz. Bunun nedenleri ile ilgili, bugüne kadar çok sayıda araştırma yapıldı. Tüm bu araştırmalar esnasında daha çok genetik farklılıklar ve beyin yapısıyla ilgili hipotezler ortaya atıldı. Günümüzde solakların beyinlerinin, genetik farklılıklar veya beyin gelişimi sırasındaki çevresel stres etkenleri nedeniyle sağ el kullananların beyinlerinden biraz farklı biçimde organize edildiğini biliyoruz. Ancak bunun nedeni konusunda elimizde sadece hipotezler var.

//Bilişsel süreçlerde bu iki lob birlikte çalışsa da iki yarımkürenin sorumlu olduğu faaliyetler birbirinden farklı. Yapılan araştırmalarda beynin aktive olan kısımlarını görselde görüyorsunuz. Beyin lateralizasyonu, beynin sol ve sağ taraflarının aynı olmadığı gerçeğini ifade eder. Solaklar da, beynin iki yarıküresini bağlayan sinir hücrelerinin demeti olan corpus callosum, daha gelişmiş durumdadır.///

Bu hipotezlerden birisi de savaşta bir avantaj sağladığını öne süren dövüş hipotezidir. Bu hipoteze göre solaklığın nadir olması, dövüşen kişilere bir avantaj sağlar. Ancak solaklığın bir sağlık maliyeti de olduğu için daha az sıklıkta görülür. Bununla birlikte, bu hipotez ile ilgili önemli bir sorun, öngörülen sağlık dezavantajının çalışmalarla desteklenmemesidir. Genel olarak bakıldığında, solak insanlar sağ elini kullananlara göre daha fazla sağlık sorunu yaşamamakta ve daha kısa yaşam sürmektedirler.

Bu göze çarpan sorunun farkına varan İsveç’teki Lund Üniversitesi ve Birleşik Krallık’taki Chester Üniversitesi’nden üç bilim insanı, mevcut verilerle daha iyi uyum sağlayan dövüş hipotezine yönelik bir güncelleme önerdi. Onların tezi, sağ elini kullanan insanların aslında daha büyük bir dövüş avantajına sahip olduğunu ileri sürüyor.

Atalarımız Hangi Elini Daha Çok Kullanıyordu?

Binlerce yıl önce insanların hangi elini kullandığını bilmenin bir yolu olmadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bunu anlamanın bazı akıllıca yolları vardır. Sonuçta tercih ettiğimiz el ile daha fazla iş yapma eğilimi gösteririz. Bunun bir sonucu olarak da kullanmayı tercih ettiğiniz kol genellikle diğerinden biraz daha uzundur. Ayrıca koldaki kemikler de biraz daha kalındır.


//Kemikler üzerinde yapılan araştırmalar insanların sağ eli kullanma tercihlerinin düşünülenin daha da öncesinde geliştiğini gösteriyor.///

Bu yaklaşımla, paleoantropologlar, bir milyon yıl önceki uzak atalarımızın soldan ziyade sağ elini kullandıkları sonucuna vardılar. Ayrıca çok uzun zamandır ağırlıklı olarak sağ elimizi kullandığımızı gösteren başka bir kanıt daha var.

Bin yıl boyunca, insan ataları taş aletler yaptılar. Günümüzde bu taş aletler üzerinde yapılan incelemeler hangi elin taşı tuttuğunu ortaya koyuyor. Bu da tercih edilen el hakkında bize bir fikir verebiliyor. Bu kanıtlara göre, yakın kuzenlerimiz Neandertaller, sağ elini kullanıyorlardı. Bu durumdan da sağ el kullanımının sadece günümüzde değil geçmişte de daha baskın olduğunu anlıyoruz

Neden Sağ El Kullanma Dövüş Esnasında Avantaj Sağlar?

//Sağ el kullanma bazı avantajlar sağlasa da eskrimcilerin büyük bir yüzdesi solaktır///

Aslında, erkeklerin solak olma oranı kadınlara göre biraz daha yüksektir. Dahası, araştırmalar sol elini kullananların dövüş sporlarının yanı sıra tenis, beyzbol ve voleybol gibi el-göz koordinasyonu gerektiren sporlarda da sağ elini kullanan insanlardan daha iyi performans gösterdiğini gösteriyor. Bunun nedeni muhtemelen oyuncuların daha nadir oldukları için sol elini kullananlara karşı rekabet etmeye alışık olmamalarıdır.

Peki neden sağ el kullanma dövüşme esnasında bir avantaj sağlıyor? Araştırmacılara göre bunun nedeni de, kalbin konumuyla ilgili. Kalbin yaklaşık dörtte üçü sol hemitoraksta yer alır ve bu da göğsün sol tarafını ölümcül bir darbe için hassas bir hedef haline getirir.

//Sağ el kullanma bir mızrak kullanma zorunda olduğunuza zamanlarda bir avantaj sağlayabilir.///

Sonucunda türümüz varoluşunun büyük bölümünde yaptığı savaşların çoğunda mızrak gibi elde taşınan, sivri uçlu silahlar kullanmak zorundaydı. İnsanlar savaşırken, silahı tutmak için kullanılan el, göğsün hangi bölgesinin savunmasız olacağını belirler. Bir mızrağı sol el ile tutmak göğsün sol tarafını ve dolayısıyla kalbin büyük bir kısmını düşmana doğru döndürecektir. Öte yandan mızrak sağ elde olduğunda savunmasız kalbimiz düşmandan daha uzak bir konumda olacaktır.

Dahası, savaşta mızrak saldırılarını engellemek için boşta kalan bir sol kol avantaj sağlar. Tüm bunlar, sağ elini kullanan insanların ölümcül bir saldırıdan daha fazla korunabileceği anlamına gelir. Sonucunda sağ elini kullanmak türümüzün devamı için avantaj sağladıysa da zaman içinde sol eli kullanmaya neden olan genlerin aktarımının daha az olmuş olması olasıdır.

Sonuç Olarak
Bu araştırma, neden çoğumuzun sağ elini kullandığının bir cevabı olabilir. Ancak ikna edici olsa da henüz kanıtlanmamıştır. Solaklık başlı başına ilgi çekici bir olgudur. Ancak bilim insanları konuyu sadece bu nedenle incelemezler. El tercihini etkileyen genlerin belirlenmesi, beynin ve diğer vücut fonksiyonlarının lateralizasyonu temeline ışık tutar.

//Leonardo da Vinci, solaklığını aşırı uçlara taşıdı. Ayrıca, sağdan sola kendine özgü bir yazı yazma tarzı yarattı. Yazdıkları okumak için aynaya bakmanız gerekir. Davinci’nin 1493-1505 tarihli ‘ayna yazısı’nın bir örneği///

Sonuç olarak nedenini bilemesek de %90’ımız bin yıllardır sağ elimizi kullanıyoruz ve kullanmaya da devam edecek gibi görünüyoruz. Bütün bunlar, solakların kendilerini özel hissetmek için birçok nedeni olduğu anlamına gelir, çünkü sonuçta insanların büyük çoğunluğu solak değildir.

Kaynaklar ve ileri okumalar

A violent theory explains why most people are right-handed. Yayınlanma tarihi: 29 Nisan 2023 Kaynak site: Big Think. Bağlantı: A violent theory explains why most people are right-handed
Zickert, Nele & Geuze, Reint & van der Feen, Fleur & Groothuis, Ton. (2018). Fitness costs and benefits associated with hand preference in humans. A large internet study in a Dutch sample. Evolution and Human Behavior. 39. 10.1016/j.evolhumbehav.2018.01.001.
1. McManus C. Half a century of handedness research: Myths, truths; fictions, facts; backwards, but mostly forwards. Brain and Neuroscience Advances. 2019;3. doi:10.1177/2398212818820513
Groothuis TG, McManus IC, Schaafsma SM, Geuze RH. The fighting hypothesis in combat: how well does the fighting hypothesis explain human left-handed minorities? Ann N Y Acad Sci. 2013 Jun;1288:100-9. doi: 10.1111/nyas.12164. PMID: 23742682.
Faurie, Charlotte & Raymond, Michel. (2005). Handedness, homicide and negative frequency-dependent selection. Proceedings. Biological sciences / The Royal Society. 272. 25-8. 10.1098/rspb.2004.2926.

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/sol-ya-da-sag-el-kullanma/

Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Dünyanın 8. Kıtası da Denilen Büyük Pasifik Çöp Alanı Nedir?


Yazı: Sibel Çağlar
17/04/2020 - Son güncelleme: 20/01/2024


1997’de Kaptan Charles Moore Hawaii’den Kaliforniya’ya doğru yelken açtığında, okyanusta ilginç bir keşif yapacaktı. Onun bu keşfi günümüzde 7. kıta çöp adası ve daha çok Büyük Pasifik Çöp Alanı’nı olarak biliniyor.

Büyük Pasifik Çöp Alanı keşfinden bu yana medyada sıklıkla yüzen bir plastik kütlesi olarak tasvir ediliyor ve çöp adası olarak anılıyor. Ancak sanılanın aksine üzerinde durulacak bir yüzey yok ve uzaydan görülemiyor. Ayrıca onun tam olarak neye benzediğini göstermek için sizinle paylaşabileceğimiz bir görsel de yok. Çünkü uydular, dronlar ve Google Earth, son derece hareketli çöp yığınının genel görünümünü yakalamakta çok da başarılı değil.

Büyük Pasifik Çöp Alanını Nasıl Keşfettik?

Kaliforniyalı denizci, çevreci ve araştırmacı Charles Moore 1997 yılında katıldığı bir yelken yarışından dönerken normal rotasından sapıp Pasifik Okyanusu’nda biraz gezmeye karar verdi. Az rüzgâr aldığı için denizcilerin pek geçmediği bir bölgeye geldiği zaman gördüğü manzara karşısında şok olacaktı. Moore dünyadaki beş çöp yığınından en büyüğünü keşfetmişti.

/Okyanuslardaki çöplüklerin en bilineni ve üzerine en çok çalışmalar yapılanı Kuzey Pasifik Çöplük Bölgesi’dir. Kaptan Moore’un keşfettiği, çöplük de bu devasa çöplüğün doğu kısmını oluşturur.//

Kendisinin çöp yığınının içinden kurtulması yedi gün sürdü. Dört bir yanı şampuan kutuları, sabun şişeleri, poşetler ve balıkçılık ekipmanlarıyla doluydu. Ancak keşfettiği bölge, bir çöp dağı ya da alışageldiğimiz bir çöp yığını gibi bir şey değildi. Bu nedenle Büyük Pasifik Çöp alanın zihninizde daha çok farklı boyutta plastiklerden oluşan bir çorba gibi düşünmelisiniz. Ancak boyutu ürkütücü. Bölgede 1,6 milyon kilometrekarelik alanda 79.000 ton okyanus plastiği yüzüyor. Peki karalardan ve insanlardan uzak bu yere bu kadar çöp nasıl gelmiş olabilirdi?

Büyük Pasifik Çöp Alanı Nasıl Oluştu?

Yüksek basınç sistemlerinin sebep olduğu hava akımları okyanuslarda girdap biçimli akıntıların ortaya çıkmasına sebep olur. Dünya genelinde beş ana okyanus akıntısı vardır: Kuzey ve Güney Pasifik Tropik Altı Girdapları, Kuzey ve Güney Atlantik Tropik Altı Girdapları ve Hint Okyanusu Tropik Altı Girdabı.

Okyanuslarındaki yüzey sularının %40’ı bu girdapların içinde kalır. Okyanus sularına karışan çöpler bir kez girdaplara kapıldıktan sonra akıntıyla beraber girdabın merkezine doğru sürüklenmeye başlar. Bu durum okyanuslardaki plastik kirliliğinin önemli bir kısmının girdaplarda birikmesine sebep olur.

/Büyük Pasifik Çöplük Bölgesi tahminlere göre toplamda 1,6 milyon kilometre karelik bir alana yayılıyor.//

Büyük Pasifik çöp sahasının keşfi, binlerce insanın farkındalığını artırdı. Bu da okyanustaki plastik miktarını azaltmak için çok sayıda girişime yol açtı. Çünkü okyanus plastiği, deniz kuşları, deniz memelileri ve balıklar ve devamında bizler için büyük bir tehlike anlamına gelecektir. Ancak bazı girişimler olsa da bu çöplerden geleneksel yöntemler ile kurtulmamız mümkün de değildir. Çünkü başta da dediğimiz gibi ortalık da görünür bir çöp yığını yok. Asıl sorun yüzeyde değil, denizin dibinde yer almaktadır.


//Günümüzde her yıl yaklaşık 300 milyon ton plastik üretiyoruz. Bunun da yine yaklaşık yarısı çöpü boyluyor. Dünyada dakikada 1 milyon plastik su şişesi, günde yarım milyon plastik pipet ve yılda 4 trilyon naylon torba kullanılıyor.///

Organik atıklar, örneğin kâğıt ya da bitki kabukları doğada hemen parçalamaya başlar. Ama doğanın plastikle başa çıkması kolay değildir. Bunun nedeni biraz da plastiğin yapısı ile ilgilidir. Bir çalışmaya göre, Büyük Pasifik Çöp alanında toplam 79.000 ton 1,8 trilyon plastik parçası var. Bu plastiklerin %52’sini balık ağları ve ipler gibi balıkçılık malzemeleri oluşturuyor.

/Büyük Pasifik çöp alanında bulunan çöplerin dağılımı//

Plastik Neden Doğada Çözülemiyor?

Çoğu plastik, bir zamanlar yaşayan organizmaların birkaç milyon yıllık doğal çürümesinin son ürünü olan petrolden üretilir. Petrolün ana bileşenleri, uzun zaman önce bu organizmaların hücrelerinde bir araya gelen lipitlerden oluşur. Normal koşullarda da biyolojik olarak çözülmesini beklemek mantıklıdır.

Ama sorun plastiğin üretim yönteminde gizli. Doğal polimerler, adına peptit bağı denen kimyasal bağlar kullanırken, plastik polimerlerde karbon-karbon bağı bulunur. Bu bağlar çok daha güçlüdür. Bu yüzden plastikler çok dayanıklıdır ve kurtulması da bir o kadar zordur. Organik maddeleri ayrıştıran organizmalar, doğada yaygın olan belirli bağ türlerine saldırmak için milyarlarca yıl içinde evrimleşmişlerdir. Ancak plastiğin içinde karşılarına çıkan bu yeni ve güçlü bağları parçalayabilen çok az organizma mevcuttur.

//Bazen medyada tarif edildiği gibi bir çöp adası biçiminde olmasa da, burası her yıl binlerce deniz hayvanını öldüren 1.8 milyar parça yüzen plastik ile dünyanın en büyük okyanus atık deposudur.///

Çevreciler, plastik üreticilerinin neden polimerler oluşturmak için karbon-karbon bağları yerine peptit bağları kullanmadıklarını merak edebilirler. Böylece bir çöplükte sonsuza kadar kalmak yerine biyolojik olarak bozunurlar. Ancak ne yazık ki bu sefer de üretilen plastikler çok kısa bir raf ömrüne sahip olacaklardır.

Peki Ama Ne Yapmalı?

Geldiğimiz bu noktada bir çok kuruluş denizleri temizlemek için uğraş verse de temel sorun kaynağın azalmamasıdır. Bu nedenle hepimize düşen önemli görevler vardır. Bunun en başında da plastik tüketimimizi mümkün olduğu kadar aza indirmek gelmektedir.

İlk akla gelen tek kullanımlık plastik çatal, bıçak, pet şişe, tabak gibi kullanıp attığımız ürün sayısını azaltmaktır. Buzdolabı poşeti, köpük kutular diğer akla gelen tek kullanımlık her şey için bu geçerlidir. Biraz düşününce siz de evinizdeki çöp yığınlarının çoğunun plastikten oluştuğunu göreceksiniz. Bu nedenle küçük tedbirler ile yaşanabilir bir geleceğe destek olabilirsiniz.

Kaynaklar ve ileri okumalar

Lebreton, L., Slat, B., Ferrari, F. et al. Evidence that the Great Pacific Garbage Patch is rapidly accumulating plastic. Sci Rep 8, 4666 (2018). https://doi.org/10.1038/s41598-018-22939-w
The Great Pacific Garbage Patch Hosts Life in the Open Ocean. Yayınlanma tarihi: 6 kasım 2021. Bağlantı: The Great Pacific Garbage Patch Hosts Life in the Open Ocean/
Why Doesn’t Plastic Biodegrade?; yayınlanma tarihi: 2 Mart 2021; Bağlantı: Why Doesn’t Plastic Biodegrade/
Haram, L.E., Carlton, J.T., Centurioni, L. et al. Extent and reproduction of coastal species on plastic debris in the North Pacific Subtropical Gyre. Nat Ecol Evol 7, 687–697 (2023). https://doi.org/10.1038/s41559-023-01997-y
Visualising the Great Pacific Garbage Patch. Yayınlanam tarihi: 16 Ocak 2024. Kaynak site: BBC. Bağlantı: Visualising the Great Pacific Garbage Patch

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/dunyanin-8-kitasi-buyuk-pasifik-cop-alani/


23265

images

istockphoto-1925622895-612x612

ae62740a-0001-0004-0000-000001273235_w1200_r1.33_fpx60.73_fpy50

magnusdeepbelow_Shutterstock

27312

pacific-garbage-patch-grafik-1024x582

media.media.d64bbc56-196f-4258-8562-2e6726d5285a.original1024

Albatross_at_Midway_Atoll_Refuge_(8080507529)

Plastik-Muellteppich-vor-Honduras-IMG_1032-2-c-Caroline-Power

mauritius-images-14341985

Beach_in_Sharm_el-Naga03



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Beyşehir'de hububat çiftçisine tohum ekiminde derinlik uyarısı


09 Ocak 2024

Beyşehir İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü çiftçileri buğday tohumlarının toprağa ekildiği derinlik konusunda uyardı.

Konuyla ilgili yapılan açıklamada, buğday tohumlarının normal koşullarda 5-6 santim derinlikte ekiminin uygun olacağı belirtildi.

Açıklamada, İlçe Müdürlüğü bünyesinde görev yapan teknik personel tarafından ilçe genelinde bulunan meyve bahçelerinde feromon tuzak ve fidan kontrollerinin yapıldığı belirtilerek, "Hububat ekili arazilerde ise gelişim ve hastalık zararlı kontrollerimiz devam etmektedir." denildi.

Açıklamanın devamında, buğday tohumlarının normal koşullarda bu derinliğin 5-6 santim derinlikte olmasının uygun olduğu belirtilerek, şunlar kaydedildi:

"Daha derine ekilen tohumların çimlenmede güçlük çekmesi, yüzeye çıkışlarda zorlanması, yağışı bol sezonlarda kök çürüklüğü yaşaması gibi problemler oluşabilir. Tarımsal üretim alanlarında çiftçilerimizin karşılaştığı problemlerle ilgili ilçe müdürlüğümüzden teknik destek alabileceğini hatırlatmak isteriz ve bereketli bir üretim sezonu dileriz.”

Haberin yeri: https://www.merhabahaber.com/beysehirde-hububat-ciftcisine-tohum-ekiminde-derinlik-uyarisi-1881531h.htm

1253179





[Edited at 2024-02-03 09:53 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
gazete kesikleri -> HEPİSİ VE DAHA FAZLASI ŞU BAĞLANTIDA -> gazete kesikleri Feb 2

Eski haberler, yaşanan hayatlar
Geçilen yollar, güldüklerimiz, ağladıklarımız
Ünlü sanatçılar, artisler, futbol yıldızları...
Basketbol milli takımının yamalı topla idmanı
Geçmişin solgun ve canlı renkleri
Değişen huylarımız
Değişmeyen huylar
Ülkemiz
Türkiyemiz ve
Biz insanlar


HEPİSİ VE DAHA
... See more
Eski haberler, yaşanan hayatlar
Geçilen yollar, güldüklerimiz, ağladıklarımız
Ünlü sanatçılar, artisler, futbol yıldızları...
Basketbol milli takımının yamalı topla idmanı
Geçmişin solgun ve canlı renkleri
Değişen huylarımız
Değişmeyen huylar
Ülkemiz
Türkiyemiz ve
Biz insanlar


HEPİSİ VE DAHA FAZLASI ŞU BAĞLANTIDA: http://www.gecmisgazete.com/haber/futbol-ayakkabilarinda-yeni-degisiklikler-var?tamBoyut

HEPİSİ VE DAHA FAZLASI ŞU BAĞLANTIDA: http://www.gecmisgazete.com/haber/futbol-ayakkabilarinda-yeni-degisiklikler-var?tamBoyut



4412_4479

4285_4340

11253_11423

11116_11406

11361_11429

13999_11887

12571_11514

10756_11360

11665_11481

14157_11916

11767_11484

11472_11445

buzdolapli-gardroplu-amerikanbarli-volksvagen-53a81272cfc2a

yorgunluk-soguk-ve-sekerleme-5464aefb68728

ciller-in-son-gunu-54cce0035a64e

demirel-den-10-emir-54ad39c3215b7

ozal-halkimiz-muhafazak-rdir-54be2e52c493c

turkiye-yoneltilmesi-imkansiz-bir-ulke-degil-544ba2eaac660

istedigimi-yaparim-5437c489f3080


HEPİSİ VE DAHA FAZLASI ŞU BAĞLANTIDA: http://www.gecmisgazete.com/haber/futbol-ayakkabilarinda-yeni-degisiklikler-var?tamBoyut

HEPİSİ VE DAHA FAZLASI ŞU BAĞLANTIDA: http://www.gecmisgazete.com/haber/futbol-ayakkabilarinda-yeni-degisiklikler-var?tamBoyut


[Edited at 2024-02-03 15:23 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
--.. alıntı Feb 7

Konya'daki bu adada 200 at yaşıyor! Tam 7 kilometre yürüdüler

AA 06 Şubat 2024

Konya'nın atlarıyla meşhur adasında doğa tutkunları yürüyüş gerçekleştirdi.

Konya'nın Beyşehir ilçesinde, doğa severler gölde yabani atların olduğu Üskelles Adası'nda düzenlenen doğa yürüyüşünde buluştu.

Beyşehir Kültür ve Turizm Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Beyşehir Treeking ve Doğa Yürüyüşleri Topluluğu
... See more
Konya'daki bu adada 200 at yaşıyor! Tam 7 kilometre yürüdüler

AA 06 Şubat 2024

Konya'nın atlarıyla meşhur adasında doğa tutkunları yürüyüş gerçekleştirdi.

Konya'nın Beyşehir ilçesinde, doğa severler gölde yabani atların olduğu Üskelles Adası'nda düzenlenen doğa yürüyüşünde buluştu.

Beyşehir Kültür ve Turizm Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Beyşehir Treeking ve Doğa Yürüyüşleri Topluluğu, yaklaşık 200 atın yaşadığı adaya doğa yürüyüşü etkinliği düzenleyerek katılımcılara atları yakından görme imkanı sundu.

Dernek başkanı Mustafa Büyükkafalı, gazetecilere, Beyşehir Gölü'ndeki Üskelles Adası'nın yabani atların yaşam sürdüğü bir ada olduğunu öğrendikten sonra burada da atların izinde bir doğa yürüyüşü etkinliği düzenlemeye karar verdiklerini söyledi.

Büyükkafalı, "Burada yılkı atlarının yaşaması çok ilgi çekti, insanlar çok ilgi gösterdi. Katılım için yoğun bir başvuru aldık. Ama belirli bir sayıda kişi almamız gerekiyordu. O yüzden belli sayıda doğa ve fotoğraf tutkunuyla balıkçı tekneleriyle ulaşımı sağlayarak adaya ulaşıp etkinliğimizi gerçekleştirdik.

Adanın her tarafında at izleri oluşmuş. At izinde doğa yürüyüşü yapabileceğimizi düşündük. 7 kilometrelik bir doğa yürüyüşü yaptık. Fotoğraf tutkunları atların fotoğraflarını çekebilmek için birbiriyle yarıştı." diye konuştu.

zzzz5

zzz3

zzzz

zzz1

aa-20240205-33621296-33621293-beysehir-golunde-yabani-atlarin-yasadigi-adada-doga-yuruyusu-duzenlendi

aa-20240205-33621296-33621291-beysehir-golunde-yabani-atlarin-yasadigi-adada-doga-yuruyusu-duzenlendi

aa-20240205-33621296-33621292-beysehir-golunde-yabani-atlarin-yasadigi-adada-doga-yuruyusu-duzenlendi

aa-20240205-33621296-33621294-beysehir-golunde-yabani-atlarin-yasadigi-adada-doga-yuruyusu-duzenlendi

Kaynak:Anadolu Ajansı

Alındığı yer: https://www.merhabahaber.com/konyadaki-bu-adada-200-at-yasiyor-tam-7-kilometre-yuruduler-1882979h.htm



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--alıntı--


Daha İyi Bir Yaşam İçin Albert Einstein’dan 7 Tavsiye



Yazı: Melike Üzücek
01/02/2024 - Son güncelleme: 01/02/2024

einstein-gibt-auch-50-jahre-nach-seinem-tod-noch-raetsel-auf

Albert_Einstein_as_a_child

Hepimiz her gün daha iyi bir yaşam için çabalıyoruz. Bu noktada da bazı önemli isimlerin biyografileri ya da motivasyon konuşmaları bize ilham oluyor. İşte Albert Einstein da bu isimlerden biri. Neredeyse hepimiz onu genel ve özel görelilik teorileriyle, fotoelektrik etkiyi keşfetmesiyle veya Einstein-Rosen köprüleri (bir diğer adıyla solucan delikleri) ile tanıyoruz. Ancak Einstein ünlü bir fizikçiden daha fazlasıydı. Kendisi bir pasifist, politik bir aktivist ve ırkçılık karşıtı olarak tarihin en önemli figürlerinden biriydi.

Elbette bunların yanı sıra Einstein’ı dağınık saçları, esprili kişiliği ve çoraplara olan nefretiyle de tanıyor olabilirsiniz. Fakat ünlü fizikçinin belki de en az bilinen yanı yaşama dair fikirleridir. Bu nedenle bu yazımızda Albert Einstein’ın daha iyi bir yaşam için önemli bulduğu 7 tavsiyeyi sizler için derledik. Bakalım gelmiş geçmiş en büyük dehalardan biri olan Einstein, bizlere ne gibi tavsiyelerde bulunuyor?

1. Tavsiye: Enerjinizi Önemli Olan Şeylere Harcayın
Birçok insan dış görünüş bakımından Einstein’ın pek de güzel görünmediğinde hem fikirdir. Dağınık saçları, yıpranmış giysileri ve çorapsız ayakkabılarıyla Einstein, gerçekten de dış görünüşü için pek zaman harcamıyordu. Çünkü bunu o kadar da önemli görmüyordu ve bu durumdan rahatsız olmuyordu. Bu yüzden de hep benzer şekillerde giyinmeyi tercih ediyordu.

//1937 tarihli bu fotoğrafta Albert Einstein, New Jersey’deki evinde keman virtüözü Bronislaw Huberman’ı ağırlıyor. Einstein’ın üzerinde favori kombini olan deri ceketli takım elbisesi ve çorapsız ayakkabıları var. (Kaynak: Huberman Arşiv Koleksiyonu) ///

Bu tarz rahat ve hep benzer tipte giyinme önemli isimlerin de sergilediği bir davranıştır. Örneğin Steve Jobs, hep mavi kot pantolon ve siyah kazak giyiyordu. Ya da Jeff Bezos, mavi kot pantolonla kısa kollu yakalı tek renk gömlekler giyiyor. Mark Zuckerberg, Satya Nadella ve Jack Dorsey de bu basit tek tip giyinme durumuna örnek olan diğer önemli isimlerdir.

Bu isimlerin bu şekilde giyiniyor olmalarının sebebiyse çok basit: Karar yorgunluğundan kaçınmak. Eğer her gün bir sürü karar vermeniz gerekiyorsa, ki günümüz şartlarında birçoğumuzun vermesi gerekiyor, daha isabetli kararlar verebilmek adına zihinsel yükünüzü azaltmanız gerekiyor.

İşte Albert Einstein’da yaptığı tam olarak buydu. Kendisi için rahat ve tek tip giyinmek hem onu fiziksel açıdan iyi hissettiriyordu hem de “ne giyinsem” diye düşünüp vakit kaybetmiyordu. Bunların yerine bugün bile onu dahi olarak hatırlamamızı sağlayan şeyleri düşünüyordu.

//Apple’ın kurucu ortaklarından biri olan Steve Jobs’ı onun bir imzası haline gelmiş bu kıyafetleriyle tanıyoruz. Bunun sebebi Jobs gibi isimlerin daha önemli gördükleri şeylere enerjileri harcamak istemeleridir.///

Peki biz bu tavsiyeden kendimize ne ders çıkaralım? Biz de mi saçımızı başımızı dağıtıp, kuaföre berbere gitmeden ya da hep aynı kıyafetleri giyerek yaşayalım? Elbette bunları yapmak zorunda değiliz.

Benzer bir durumu örnek verecek olursak, belki de ihtiyacınızdan çok daha fazla kıyafete sahip olabilirsiniz. Bu kadar seçenek arasından karar vermek siz fark etmeden zamanınızı çalıyor olabilir. Dolabınızı sadeleştirerek sabahları birkaç dakika daha kazanabilirsiniz. Ve bu birkaç dakikayı da her gün sizin için daha önemli olan şeylere harcayarak daha verimli bir gün geçirebilirsiniz.

2. Tavsiye: Kötü Olsanız Bile Sevdiğiniz Şeyleri Yapmaya Devam Edin
Albert Einstein deyince aklımıza direkt olarak fizik geliyor. Ve sanki Einstein’ın fizikten başka hiçbir şeye fizik kadar ilgili olmadığı yanılgısına düşebiliyoruz. Ancak o da bir insan ve elbette fizik harici başka zevk aldığı aktiviteler mevcuttu. Örneğin Einstein çok küçük yaşından beri keman çalıyordu ve bundan da oldukça zevk alıyordu. Fakat belki de en çok keyif aldığı şey yelkenli yarışlarıydı.

Einstein’ın ikinci eşi ve aynı zamanda kuzeni olan Elsa eşinin yelken sevdası için, “Kocam başka hiçbir yerde o kadar rahat, tatlı ve huzurlu olmamıştır. Yelken ona huzur veriyor.” demiştir. Çünkü ünlü fizikçinin bu gibi tutkuları onun sıradan şeylere odaklanmasını sağlayıp zihninin dinlenmesine yardımcı oluyordu. Bu sayede de çalışmaya geri döndüğünde daha yaratıcı fikirler üretebiliyordu.

//1930 tarihli bu fotoğrafta Einstein, üvey kızı Ilse ve onun eşi Rudolf Kayser ile yelkenlideyken. (Kaynak: Leo Baeck Enstitüsü)///

Buna rağmen Einstein’ın pek de iyi bir yelkenci olduğu söylenemez. Sık sık yönünü kaybeder, yelkenini karaya oturtur veya direğini düşürürdü. Birçok yelkenci Einstein’ın yelkeninden uzak dururdu. Çünkü Einstein yüzme bilmiyordu ve can yeleği takmayı da reddediyordu. Tekne sahipleri ve çocuklar sık sık dahi fizikçiyi boğulmaktan kurtarıyordu. Yine de Einstein için yelkenli ile deneyimledikleri eşsizdi.

Biz de Einstein’ın bu tavsiyesinden kendimize şunu çıkarabiliriz. Bir şeyleri yapmamız için illa o işte harika olmamız gerekmez. Eğer zevk alıyorsanız şarkı söylemek için harika bir sesiniz olmasını beklemenize gerek yoktur. Ya da bir şeyler yazmak tutkunuzsa kaleminizin bir yazar gibi olmasına da gerek yoktur. Siz sadece zevk aldığınız şeyi yapmaya devam edin yeter.

3. Tavsiye: Sorunlar İçinde Boğulmak Yerine Onları Çözülmesi Gereken Birer Bulmaca Gibi Görün
Bireysel olarak ve medeniyet olarak karşı karşıya kaldığımız sorunları düşünelim. Açlık, savaşlar, iklim değişikliği, ekonomik problemler ve daha nicesi… İsimlerini duymak bile insanın içini karartabiliyor. Bu sorunların üzerine düşünmek elbette doğru bir şey. Fakat sadece düşünmek bir yerden sonra insanın umutsuzluğa kapılmasına neden olabiliyor. İşte Einstein’ın bu noktada bize önerdiği şey, bu sorunların hepsini birer bulmaca gibi görmek.

//Einstein’ın “en mutlu düşüncem” olarak adlandırdığı düşünce deneyinin bir illüstrasyonu. Bu düşünce deneyine göre hızlandırılmış bir rokette ve yeryüzünde topun davranışı Einstein’ın eşdeğerlik ilkesini temsil eder. Her iki ortamda eylemsizlik ve kütleçekimi aynıysa her iki senaryo arasında hiçbir fark olmayacaktır. İşte bu düşünce deneyi Einstein’ı genel görelilik teorisine götürecekti.///

Einstein da fizikte ve ötesinde karşılaştığı her zorluğu çözülmesi gereken bir bulmaca olarak görüyordu. Çünkü bu sayede sorunlar arasında boğulmaktan kurtulup çözüm için harekete geçebiliyordu. Bu duruma en güzel örnek belki de Einstein’ın özel göreliliği ortaya koymasıdır. Maxwell, Fiztgerald, Lorentz ve Poincaré gibi isimler de ışık hızına yakın hızlarda hareket eden cisimlere ne olacağı üzerinde kafa yoruyordu. Fakat Einstein’ın benzersiz bakış açısı onu fizikteki bir devrim yapmaya götürmüştü.

Kısacası Einstein, karşılaştığı sorunlara birer bulmaca gözüyle bakıyordu. Çünkü onun için önemli olan cevaplara ulaşmak ve sorunu ortadan kaldırmaya çalışmaktı. Bunun için ise derinlemesine düşünüyor ve araştırma yapıyordu.

Biz de onun bu tavsiyesini hem bireysel hayatlarımıza hem de toplumsal hayatımıza entegre edebiliriz. Bireysel hayatımızda karşılaştığımız sorunlar için o sorunu bir kenara alıp, onu bir bulmaca gibi görüp çözmeye odaklanabiliriz. İnsanlık olaraksa açık açık bizi tehdit eden iklim krizi gibi sorunlar için birbirimizi suçlamak yerine hemen harekete geçebiliriz.

4. Tavsiye: Sizi Gerçekten Büyüleyen Şeyler Hakkında Hem Uzun Hem de Derin Derin Düşünün
Ünlü fizikçinin dördüncü tavsiyesi aslında bir önceki tavsiyesiyle yakından ilişkili. Ona göre insan gerçekten büyülendiği şeyler hakkında uzun uzun ve derin derin düşünmelidir. Çünkü insan bu sayede yeni bakış açıları kazanabilir ve kendini bir üst seviyeye taşıyabilir.

//1925 yılında Paul Ehrenfest’in evinde çekilmiş Albert Einstein ve Niels Bohr’un bir fotoğrafı. Bohr ve Einstein sık sık bu şekilde bir araya gelir ve kuantum mekaniği hakkında tartışırlardı. Onların bu tartışmaları ve beraber derin düşünmeleri kuantum mekaniğinin gelişiminde büyük rol oynamıştır. (Kaynak: Paul Ehrenfest)///

Einstein’ın kendisi de bu tavsiyesine hayatı boyunca uymuştur. Bir önceki tavsiyede de belirttiğimiz gibi Einstein’ı Einstein yapan şeylerden birisi de onun derin düşünmesidir. Fakat bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var. Gerçekten büyülendiğimiz şeyler hakkında derin düşünmek bize bir şey kazandıracak diye bir kural yoktur.

Nitekim bu durum Einstein’ın da başına gelmişti. Kendisi yaşamının neredeyse son anlarına kadar evreni açıklayan o her şeyin teorisini düşünüyordu. Ne yazık ki her şeyin teorisini bulamadan hayata gözlerini yumdu. Yine de onun bu tavsiyesi hayatlarımızda küçük de olsa bir katkı sağlayacaktır.

Einstein’dan 5.Tavsiye: Siyasetin Sizi Öfke ya da Umutsuzlukla Doldurmasına İzin Vermeyin
Her ne kadar Einstein’ı fizikteki çığır açan çalışmalarıyla tanısak da sonuçta o da döneminin insanıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım ve siyasi ortam elbette Albert Einstein’ı da etkiliyordu. Devletler kutuplaştıkça insanlar da kutuplaşıyor ve sırf siyasi fikirler yüzünden insanlar birbirine zarar veriyordu. Bu nedenle Einstein, bu kutuplaşmanın yalnızca kendimize ve sevdiklerimize zarar verdiğini düşünüyordu.

//1933 yılında yayınlanan bu siyasi karikatür Einstein’ın barışçıl kanatlarını çıkarmak için kollarını sıvayıp “hazırlık” olarak adlandırılan bir kılıç almasını göstermektedir. (Kaynak: Charles R. Macauley, 1933)///

Bu noktada aslında Einstein’ın bu tavsiyesi günümüze de ışık tutuyor. Onun zamanında savaşın getirdiği bir kutuplaşma hakimdi. Bugün ise beslenme tercihlerimizden tutun da siyasi görüşümüze kadar birçok şeyde hızla kutuplaşıyoruz. Ve bu durum ilk başta kendimize sonra da çevremizdekilere zarar veriyor. O nedenle karşıt fikirlere saldırmak yerine dinlemeyi öğrenmek gerekiyor.

6. Tavsiye: Gerçeğin En Büyük Düşmanı Otoriteye Körü Körüne İtaattir
Eğri oturup doğru konuşalım. Birçoğumuz sıkı sıkıya inandığımız şeylerin kötü bir tarafını öğrendiğimizde ya da o şeyin yanlış olduğunu söylediklerinde hemen karşıt fikre saldırırız. Bununla da yetinmeyip biz ve onlar gibi bir ayrıma gidip karşıt fikri görmezden gelir, değersiz buluruz. Elbette bu şekilde davranmamızın evrimsel açıklaması mevcuttur. Fakat bu davranışın evrimsel bir açıklamasının olması onu her daim doğru olduğu anlamına gelmez.

//Albert Einstein 1940 yılında Amerikan Vatandaşlığı alırken. (Kaynak: Al Aumuller)///

Nitekim Einstein’ın vurgulamak istediği kısım tam da burasıydı. Toplumsal delilik ya da sürü zihniyeti olarak adlandırdığı bu durum ona göre rasyonel düşüncenin ölümü demekti. Einstein’a göre sürü zihniyetinin arkasında genelde propaganda yayınlayan önde gelen bir figür oluyordu. Ve bu figür insanları istediği gibi yönlendirebiliyordu. Öyle ki onun döneminde hakkında çıkarılan birkaç asılsız iddia yüzünden Einstein ABD’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Bu da onun gerçeğin en büyük düşmanının otoriteye körü körüne itaat olduğunu düşünmesine yol açmıştır.

7. Tavsiye: Bilim, Hakikat ve Eğitim Sadece Ayrıcalıklı Azınlık İçin Değil, Herkes İçindir
Albert Einstein 1930’larda ABD’ye göç ettikten sonra oradaki ayrımcılıktan çok rahatsız oldu. Bu nedenle de ABD hükümetine zaman zaman çok sert eleştiriler yaptı. Özellikle de siyahilere yapılan ayrımcılık konusunda. Hatta bu sebeple 1932 yılında FBI Einstein hakkında bir dosya açtı. Ve bu dosya Einstein’ın 1955’teki ölümüne kadar 1400 sayfadan fazla tutmuştu. Buna rağmen Einstein, ırkıçılık karşıtı söylemlerine devam etti.

//1940’larda Einstein, kendisi gibi konuşmacılara erişimi olmayan ve ayrımcılığa maruz kalan öğrencilere bir dizi ders vermişti. (Kaynak: Lincoln University of PA/Langston Hughes Memorial Library)///

Einstein 1946’da ABD’deki ilk derece veren siyahi kolej olan Lincoln Üniversitesi’ni ziyaret etmişti. Burada öğrencilerle konuşan ünlü fizikçi, onlara yapılan bu ayrımcılığın beyaz insanların bir hastalığı olduğunu söylemişti. Çünkü hepimizin bildiği üzere Einstein, fiziğe göreliliği getiren bilim insanıdır. Uzay ve zaman gibi mutlak olduğuna inandığımız kavramların göreli olduğunu onun sayesinde öğrendik. Fakat ona göre bilim, hakikat ve eğitim ne göreli ne de herhangi bir gruba aitti. Her insan bunlardan eşit derece faydalanabilmeliydi. Çünkü bunlar tüm insanlığa ait şeylerdi.

Kaynaklar ve İleri Okumalar

Einstein’s 7 rules for a better life ; Bağlantı: Einstein’s 7 rules for a better life – Big Think ; Yayınlanma tarihi: 16 Ocak 2024
Yararlanılan kitap: Benyamin Cohen – Einstein Effect
Matematiksel

Yeri: https://www.matematiksel.org/albert-einsteindan-tavsiyeler/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--alıntı--


İkinci Dil Öğrenmek Sizi Daha Zengin, Çekici ve Akıllı Yapabilir!


Yazı: Sibel Çağlar
08/10/2020 - Son güncelleme: 05/01/2024

zzz

zzzzc

zzzza


Farklı ülkelerden kişilerin bulunduğu bir arkadaş ortamında akıcı bir biçimde yabancılarla iletişim kuran kişilere bir çoğumuz imrenerek bakıyoruz. Neredeyse tüm öğretim hayatımız boyunca ana dilimiz dışında ikinci ve hatta üçüncü dili öğrenmek için eğitim alsak da bir çoğumuzun İngilizce seviyesi, aynı matematik eğitimi gibi dil eğitimi konusunda da, bazı hatalar yapıldığını düşündürtüyor.

Ancak artan sayıda araştırma, yabancı dil öğrenmenin bize sağladığı faydaları da gösteriyor. Birçok dil konuşmak, yaşamın her aşamasında bir dizi bilişsel işlevi geliştirir ve aynı zamanda duygusal ve sosyal tutumlarımızı da etkiler. Bu arada güzel bir haberimiz var. Yapılan bir araştırmaya göre eğer ikinci bir dili tam olarak öğrenmeyi başarırsanız sonraki dilleri de kolayca öğreneceksiniz.

Yabancı Dil Bilmek Bize Ne Fayda Sağlar?
Araştırmalar birden fazla dil bilmenin daha iyi akıl yürütme, problem çözme becerileri ve yaratıcılıkla ilişkili olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda insanların bilinmeyen ve alışılmadık durumlarla baş etmelerine yardımcı olur. Başka bir dilin kullanılması demansın başlangıcını da geciktirme eğilimindedir.

Dil öğrenimi akademik başarıyı destekler. Aynı zamanda üniversite düzeyindeki akademik sonuçları da artırır. Başka bir dil konuşuyorsanız, başka bir ülkede diploma alabilirsiniz, bu da üniversite eğitimi almanın daha ucuz bir yolu anlamına da gelebilir. Daha ucuz olmasa bile, en azından yurtdışında eğitim görmekten daha fazla keyif almanızı sağlar.

//Annesi Çekyalı babası Hollandalı olan Eva Spekhorstova 15 yaşına geldiğinde öğrendiği 17 dili konuşabiliyordu.13 yaşındayken 3 tane dili ana dili seviyesinde konuşabilen Eva daha fazla dil öğrenmeye duyduğu ilgiyi değişik kültürlerden gelen insanlarla kendi dillerinde konuşmak ve bilgi alışverişinde bulunmakla açıklıyor.///

Yabancı dil öğrenmenin hiç beklenmeyen avantajlarından birisi de empatidir. Empati, başka biriyle ilişki kurma ve olayları onun gördüğü gibi görme yeteneğidir. Ve iki dil bilenler bu konuda daha iyidir. Bu sayede de daha popüler olmanız da olasıdır.

Popülerlik değil de zengin olmakla ilgileniyorsanız yine yabancı dil öğrenmelisiniz. Birden fazla dil konuşuyorsanız, hayatınız boyunca daha fazla ödeme alma olasılığınız yüksektir. The Economist’teki bir makale iki dilli olmanın maaşınızı 40 yıl boyunca yüzde iki artıracağını yazıyordu.

Son olarak bazı yabancı dilleri bilmek sizi daha çekici yapacaktır. Bir çalışmada katılımcılara kalp monitörleri yerleştirildi ve ardından hangi dillerin kalp atışlarını hızlandırdığı ölçüldü. Pek de şaşırtıcı olmayacak biçimde kazanan İtalyanca olacaktı. Ardından Portekizce ve Fransızca geldi. Almanca veya Japonca okuyanların ise pek şansı yoktu. ( Araştırma zaten İngilizce yapılmıştı, bu nedenle dahil değildi. Ayrıca araştırmaya Türkçe de dahil edilmedi)

İkinci Bir Dil Öğrenmek Neden Bu Kadar Zor?
Buraya kadar aktardıklarımız iki dillilik konusunda sizi ikna etmiş olmalıdır. Öncelikle bir hatırlatma yapalım. Bir dil konuşulduğu ortamda öğreniliyorsa o dil ikinci dildir. Eğer konuşulmadığı ortamda (sınıf ortamı gibi) öğreniliyorsa yabancı dildir. Bu ayrım, dilin öğrenilme şeklini ve amacını etkiler. Yabancı dil için öğrenim söz konusudur. Aslında temel de öğrenememe sorunumuz da budur.

Öğrenim, bizi hedef dilin yetkin bir kullanıcısı yapar. Edinim ise deneyime dayanan genel bir ikinci dil gelişimi sağlar. Bu sayede o dili sezgilerimizle doğal bir şekilde alarak içselleştiririz. Dilbilimsel sorunlar nedeniyle ana dilinizden büyük ölçüde farklılık gösteren yabancı bir dil öğrenmeye çalışıyorsanız, mücadele edeceksiniz demektir.


Görselde koyu gri renk ile gösterilen bölge Türk dilleridir. Bu bölgelerdeki diller Türkçe’ye benzediği için daha kolay öğrenilecektir. Gördüğünüz gibi dil ailesi bakımından İngilizce ve diğer batı dilleri ile pek de ilişkimiz yoktur.

Çocukken Dil Öğrenmek Neden Daha Kolay?
Bir çocuğun beyni, yeni bilgileri bilinçsizce emmek için tasarlanmıştır. Bunu yetişkinler olarak bizim bilinçsizce şarkı sözlerini, ritimleri ve melodileri öğrenmemize benzer şekilde yaparlar.

//İkinci dile edinimi yani bilingualism en kolay çocukken olur. Çocuklar pek çok kişinin düşündüğünün aksine birden çok dili aynı anda öğrenebilirler.///

Küçük çocuklar için, hayatın ilk birkaç yılında dil öğrenmek doğal bir süreçtir. Bu esnada iki dile maruz kaldıklarında, bilinçsizce ikinci dili de doğal olarak edinirler. Ana dillerini edinmek için kullandıkları aynı becerileri uygularlar. Oysa ki daha büyük çocuklar ve yetişkinler, dili çalışarak bilinçli olarak öğrenmek zorundadır.

Erken yaşta ikinci bir dil öğrenmenin bir diğer faydası da çocukların yetişkinlerden daha basit düşünmeleridir. Daha az kelime, daha basit cümle yapıları kullanırlar ve daha az soyut düşünürler. Böylece, soyut düşüncelerini ve duygularını ikinci dillerinde iletme görevinden bunalmazlar. Öte yandan yetişkinler, kendilerini ikinci dillerinde tam olarak ifade etmek için karmaşık cümle yapılarını ve soyut düşünceleri tercüme etme gibi göz korkutucu görevle yüzleşmelidir.

//Küçük çocuklar ikinci bir dili kolayca öğrenirler. Ancak her iki dili de sürdürmek için teşvik edilmedikleri sürece zamanla dillerden birini kaybederler.///

Ayrıca küçük çocuklar, büyük çocuklar ve yetişkinler gibi hata yapmaktan veya kelimeleri yanlış telaffuz etmekten korkmazlar. Çocuklar başkalarıyla ikinci dilde iletişim kurmak istediklerinde ve bunu yaptıkları için olumlu geribildirim aldıklarında, öğrenmeye devam etmek için çaba gösterirler. Küçük çocuklar, ikinci bir dil öğrenme konusunda, okul çağındaki çocukların ve yetişkinlerin sahip olabileceği herhangi bir olumsuz tutum da edinmemişlerdir.

Sonuç olarak evet, yabancı bir dil öğrenmek zor bir süreçti. Ancak bu sürecin sonundaki kazancınız harcadığınız zamana değecektir.

Yazının bitiminde ayrıca göz atmak isterseniz: -> Kişinin Konuşmasını Değiştiren Yabancı Aksan Sendromu Nedir? -> https://www.matematiksel.org/yabanci-aksan-sendromu-nedir/

Kaynaklar ve ileri okumalar:

Why Is it Easier for a Child to Learn a New Language Than an Adult?. Bağlantı: https://howtoadult.com/
7 reasons to learn a foreign language. Yayınlanma tarihi: Bağlantı: https://theconversation.com/

Matematiksel

Yeri: https://www.matematiksel.org/iki-dillilik-bilingualism-sizi-daha-zengin-daha-cekici-ve-daha-akilli-yapabilir/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄


--alıntı--


Matematik Zekası Diye Bir Şey Yok Aslında Hepimiz Matematikçiyiz!


Yazı: Sibel Çağlar
11/06/2022 - Son güncelleme: 12/11/2023

b15bcd5f07f437ca17b02de7c2377526

Mathematik-in-unserer-Umgebung-1


İlk matematiksel deneyimlerinizi ne zaman yaşadınız? Dört yaşında mı? Belki de üç ya da iki. Sizi şaşırtabilir, ama kesinlikle daha önceydi. Aslında bir matematikçi olarak, belli bir matematik zekası ile doğdunuz.

Bir çocuğa yaşamının ilk yıllarında çevresiyle deneyler yapmayı, sonuçlarını gözlemlemeyi ve ardından bir hipotezi onaylayana veya reddedene kadar süreci tekrarlamayı öğretmenize gerek yoktur. Bu davranış içgüdüseldir ve resmi bir eğitim gerektirmez. Bu sayede çocuklar, gözlerini ilk açıp etraflarındaki dünyayı araştırmaya başladıkları andan itibaren bilimsel olarak düşünmeye başlarlar. Peki ya matematik?

Son birkaç yılda araştırmacılar, küçük çocukların, hatta yeni doğmuş bebeklerin zihinlerinde neler olup bittiğini bulma konusunda başarılı oldular. Öğrendiğimiz şey aslında umut verici idi. Anlaşılan hepimiz bu dünyaya temel matematiksel anlayışla donatılmış olarak geliyoruz. Yani aslında hepimizin doğuştan gelen bir matematik zekası var. Bu da bazı insanlarının matematiksel bir yeteneğe sahip olduğu bazılarının da olmadığı söylemini çürütüyor.

Bir Matematikçi Aslında Nedir?
Bu söyleme rağmen, genellikle kişisel kabul şu şekildedir: “Ben matematik insanı değilim.” Aslında insanların matematiği yalnızca bazı insanların sahip olduğu özel bir yetenek olarak düşünmesi oldukça yaygındır. Eğer onunla doğmazsan, onu asla gerçekten elde edemezsin. Pek çok insan bunu kendisi için söyler ve bu söylemlerini çocuklarına da öğretir. Peki bunun gerçekte bir temeli var mı?

Aslında bu soruya bir cevap vermek için öncelikle “matematikçi” ile ne demek istediğimizi çözmemiz gerekiyor. Biyolog, canlıları inceleyen kişidir. Bir fizikçi hareket eden şeyleri inceler. Bir kimyager maddeleri inceler. Bir astronom, yıldızları ve gezegenleri inceler. Bir jeolog kayaları inceler. Bunların hepsi güzel, düzgün sınırları olan, iyi tanımlı alanlardır. Peki ya bir matematikçi?

Bir matematikçinin sayıları incelediğini söylemek bu soruya vereceğiniz bir yanıt olacaktır. Ancak matematikte içinde bir tek sayı bile bulamayacağınız bazı konular vardır. Peki tüm matematikçilerin ortak noktası nedir?

Çoğu insanın hemfikir olacağı cevap, tüm matematikçilerin belli kalıpları çalıştığı olacaktır. Günümüzde bir çok matematikçi dört işlem yapmada aslında zannedildiği kadar iyi olmadığını dile getirmektedir. Düşünürseniz aslında bu çok da şaşırtıcı değil. Temel seviyenin ötesindeki matematik aslında sayılarla değil, mantık, semboller, desenler ve şekiller ve örüntüler ile ilgilidir.

//Matematik, sürat ile değil, dikkat ile düşünmekle ilgilidir. İyi sorular sormak ve gözlemler yapmak aynı derecede önemlidir.///

İşte bu nedenle tüm insanlar matematikçidir, matematik zekasına sahiptir. Çünkü insan beyni çevresindeki kalıpları algılamak için vardır. Beynin neredeyse her işlevini kalıplarla ilişkisi açısından tanımlayabilirsiniz. Anlama veya beceri olarak tanımladığımız şeylerin çoğu, kalıpları diğerlerinden daha etkili bir şekilde tanıma yeteneğidir.

Üstelik sadece kalıpları fark etmekte iyi değiliz. Aynı zamanda biz insanlar kalıplar yaratmakta da başarılıyız. Müzisyenler, heykeltıraşlar, ressamlar, görüntü yönetmenleri – hepsi kalıplar yaratır. Aslında onlar bile bir nevi matematikçi sayılırlar. Peki o zaman sorun ne?

Hepimiz Matematik Zekasına Sahip İsek, Neden Hala Matematik Yapamıyoruz?
Aslında anlatılması gereken bir çok sorun vardır. Kimi insanlar matematik zekasının genler ile aktarıldığını varsayarlar. Oysa ki matematik becerisi için herhangi bir gen yatkınlığının varlığını gösteren hiçbir araştırma yoktur. Aslında, birçok kültürde, “matematik geni” olduğu fikri bile mevcut değildir.

Ayrıca erkeklerin matematikte kızlardan çok daha iyi oldukları fikrini destekleyen de hiçbir araştırma bulgusu en azından şu ana kadar yoktur. Bunların hepsi desteklenmeyen düşüncelerdir.

//Matematik zekası için herhangi bir gen yatkınlığının varlığını gösteren hiçbir araştırma yoktur.///

“Ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur…” der Albert Einstein. Matematik zekam var ya da yok fikri önyargılar ile beslenir. Ayrıca parlak “matematik insanı” efsanesi, matematikte başarılı olmayı umut eden birçok öğrenci için büyük bir engeldir.

Ebeveynler ve eğitimciler, tanıdıkları erkekler, kadınlar, bilim insanları veya komşu çocuğu hakkında konuştuklarında “dahi” veya “yetenekli” gibi tanımların kullanımına dikkat etmelidir. Bu terimlerin yalnızca kullanımı bile çocukların yeteneği sabit bir özellik olarak görmelerine neden olacak ve sonuçta kendilerini yeteneksizlikle ilişkilendirmelerine yol açacaktır.

Çoğu öğrenci, hızlı ve ilk olmanın matematikte akıllı olduğunuzu kanıtladığınız şeklindeki yanlış bir inancına sahiptir. Bu, sınıftaki öğrencileri nasıl ödüllendirdiğimizden ve sınav sürelerine verilen önemden kaynaklanır. Maalesef bu durum sadece soru çözerken kaygının artmasına neden olacaktır. Oysa ki, hızlı çözmek, doğru sonuca ulaşmak anlamı taşımayabilir. Hızlı ve doğru yanıtı bulmak deneyim ve tecrübe ile alakalıdır.

Sonuçta dilimize, öğretim tekniğimize ve genel yaklaşım biçimimize dikkat ederek her çocuğun ya da her yetişkinin içindeki matematikçiyi keşfetmesine imkan sağlayabiliriz. Ayrıca unutmayın. Yetişkinler olarak aslında her gün matematik problemleri ile uğraşıyoruz.

Alışveriş yapmak, bütçe hesaplamak, yemek pişirmek ve akla gelen hemen her yerde matematik var. Bu nedenle matematik ile ilgili var olan sorunları çözmek, matematikte daha iyi ve daha hızlı olmak için asla geç kalmadık! İnanın bu çok zor değil. Matematik ile ilgili bir meslek yapın ya da yapmayın, matematik bilmek iyi hissettirir bunu unutmayın…
----
Kaynaklar ve ileri okumalar

Chestnut, Eleanor & Lei, Ryan & Leslie, Sarah-Jane & Cimpian, Andrei. (2018). The Myth That Only Brilliant People Are Good at Math and Its Implications for Diversity. Education Sciences. 8. 65. 10.3390/educsci8020065.
We’re All Born With Mathematical Abilities (And Why That’s Important); yayınlanma tarihi: 1 Ağustos 2017; Bağlantı: https://www.npr.org/
Matematiksel

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/matematik-zekasi-diye-bir-sey-yok-aslinda-hepimiz-matematikciyiz/

Muesli_Ovidiu-Creanga-auf-Pixabay

ueber_das_studium_930




[Edited at 2024-02-07 17:36 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
____________________ Feb 11

--alıntı--



Dry farming could help agriculture in the western U.S. amid climate change



Forgoing irrigation can save water and produce more flavorful fruits and vegetables

Yazı: Katherine Kornei
9 Mart 2023 - 9:00


In the parking lot behind a grocery store in Portland, Ore., last September, several hundred tomato aficionados gathered on a sunny, breezy day for Tomato Fest. While many atte
... See more
--alıntı--



Dry farming could help agriculture in the western U.S. amid climate change



Forgoing irrigation can save water and produce more flavorful fruits and vegetables

Yazı: Katherine Kornei
9 Mart 2023 - 9:00


In the parking lot behind a grocery store in Portland, Ore., last September, several hundred tomato aficionados gathered on a sunny, breezy day for Tomato Fest. While many attendees devoured slices of tomato quiche and admired garlands of tomatoes with curiously pointed ends, I beelined to a yellow-tented booth hosted by Oregon State University. Agricultural researcher Matt Davis was handing out samples of experimental tomatoes.

I took four small plastic bags, each labeled with a cryptic set of letters and numbers and containing a thick slice of a yellow tomato. Scanning a QR code with my phone led me to an online survey with questions about each tomato’s balance of acidity and sweetness, texture and overall flavor. As I chewed on the slice from the bag marked “d86,” I noted the firm, almost meaty texture. Lacking the wateriness of a typical supermarket tomato, it would hold up beautifully in a salad or on a burger, I thought. And most importantly, it was tasty.

//A lot of produce can be dry-farmed, such as these Native Sun and Marmande tomatoes grown near Portland, Ore.///
333


//These tomatoes for sale at a farmers market in Portland, Ore., were dry-farmed. The practice saves on water and produces more flavorful fruits and vegetables, advocates say.///
111


I learned later that this tomato had been dry-farmed, a form of agriculture that doesn’t require irrigation. Dry farming has roots stretching back millennia. But in the western United States, the practice largely fell out of widespread use in the 20th century.

Today, however, farmers in the West are once again experimenting with dry farming as they grapple with water shortages, which are being exacerbated by rising temperatures and more frequent and intense droughts linked to climate change.

Finding a more sustainable way to grow food in a thirsty state like California, for example, where agriculture accounts for roughly 80 percent of water usage and where a third of U.S. vegetables are grown, is a top priority. Dry farming won’t solve all of agriculture’s woes, but it offers a way forward, particularly for smaller-scale producers, while drawing less on a scarce natural resource. And even though the practice isn’t without limitations — dry-farmed produce tends to be physically smaller, and harvests are less bountiful overall — its benefits extend beyond water savings: Dry farming can also yield longer-lasting and better-tasting produce.

How does dry farming work?

It’s a common misconception that dry farming means growing plants without water. “Nothing grows without water,” says Amy Garrett, president of the nonprofit Dry Farming Institute in Corvallis, Ore. Instead, dry-farmed plants take up moisture stored in the ground rather than sprinkled from above.

Dry farming is possible in states throughout the West. What’s needed is a wet rainy season, when rainwater infiltrates the soil, followed by a dry growing season, when plant roots pull in that moisture as needed. A wide variety of fruits and vegetables — including tomatoes, potatoes, squash, corn and even watermelons — can be dry-farmed. Dry farming is distinct from rain-fed agriculture, when crops grow during a wet season without the aid of irrigation.

For dry farming to work, a couple elements are essential. “You need to be in a place where there’s sufficient rainfall to create moisture in the soil,” says David Runsten, water policy director at the Community Alliance with Family Farmers in Davis, Calif. Sites must generally receive more than 50 centimeters of annual precipitation — in 2022, that was true in 26 of California’s 58 counties, for example — and the soil must be composed of fine grains that help retain that water over time.

Beyond that, farmers employ a range of techniques to help crops get all the moisture they need. Those methods include planting earlier in the season than usual to take advantage of soil moisture stored up from winter rains and spacing plants more widely to give roots more room to search for water. Farmers can also plant young seedlings in furrows to minimize the drying effects of the wind and lay down an insulating layer of mulch — often leaves, wood chips or straw — on top of the soil.

Dry farming is standard practice in many places around the world, from olive groves in the Mediterranean to melon fields in Botswana to vineyards in Chile. In the American West, dry farming has a long history stretching back thousands of years among Indigenous peoples.

“Dry farming is just farming — it’s our way of life,” says Michael Kotutwa Johnson, an Indigenous resiliency specialist at the University of Arizona in Tucson. He’s also a member of the Hopi Tribe and dry-farms corn, lima beans and other crops. He learned the practice from his grandfather.

The intimate knowledge of the natural world that dry farming requires aligns with the Hopi community’s values and spiritual beliefs, he says. “You get to really learn what the environment gives you, and you learn to reciprocate.” A relationship develops between the cropping system and the farmer, he says. “It’s a beautiful thing, and it’s something that needs to be cherished.”


//Dry farming requires that crops be spaced farther apart than on an irrigated farm so that the plants have enough room to access all of the soil moisture they need.///555



As non-Indigenous people started arriving in the West, they too began to dry-farm. But by the 20th century, many commercial farmers started relying on irrigation to capture growing markets. Having water on demand gave farmers more control and allowed them to boost production, says Jay Lund, vice director of the Center for Watershed Sciences at the University of California, Davis. “They could have a lot more reliable crop yields, and much higher crop yields.”

But today, irrigation water in many parts of the West is in short supply. In places like California’s San Joaquin Valley — the state’s largest agricultural region — water is pumped up from deep aquifers and often transported through canals and pipes before being deposited on crops. Researchers estimate that more than a quarter of irrigation water can be lost during transport due to evaporation and leaks. An even bigger problem in this region is that water is being extracted from the ground at a faster rate than it’s being replenished. “There just isn’t sufficient water for the amount of farmland that’s been planted,” Runsten says.

And access to irrigation is already being curtailed. Farmers in California and other states in the West are experiencing water shortages and have at times been entirely cut off from irrigation (SN: 9/25/21, p. 16).

That’s not likely to change in the future, Runsten says. To meet the goals of California’s 2014 Sustainable Groundwater Management Act, for instance, more than 200,000 hectares of irrigated farmland in the San Joaquin Valley — roughly 10 percent — will need to be taken out of irrigated production by 2040. Dry-farming speciality crops like agave or jujube, an Asian fruit similar to a date, could be an economically attractive alternative for the land, according to a 2022 report by the nonprofit Public Policy Institute of California.

Dry farming has pros and cons

Catherine Nguyen, who farms on a little less than half a hectare of leased land outside of Portland, Ore., in the Willamette Valley, has been dry-farming for two years. Nguyen — whose customers include farmers market shoppers, members of her community supported agriculture, or CSA, program and small restaurants — was drawn to the practice in part out of curiosity. “I love experimentation and with the changing climate and cost of water, it seemed like something to learn more about,” she says. A portion of her property also lacks access to irrigation, so dry farming made it possible to use land that would otherwise remain fallow.

Potatoes were the first crop Nguyen dry-farmed. Beyond saving roughly 7,500 liters of water, Nguyen and her small crew discovered other benefits. There was no need for sprinklers, drip tape, hosing or any other irrigation equipment. That meant Nguyen’s farm could cut down on a lot of plastic equipment intended to last for just one or two growing seasons. “Not only is our water usage down, but so is our plastic usage,” Nguyen says. That lighter environmental touch is important to Nguyen, who uses farming methods that promote healthy soil ecosystems, including minimal tillage and cover cropping, which involves growing plants specifically to improve the soil rather than for a harvest (SN Online: 4/12/22).

Last year, Nguyen dry-farmed delicata squash, corn, tomatoes, potatoes and beans. Nguyen noticed that her dry-farmed plots contained only about a fifth of the weeds that grow in her irrigated plots. That’s another known advantage of dry farming, Garrett says. Irrigation creates conditions for weed growth: Dispensing water through above­ground sprinklers causes moisture to pool near the surface, precisely where weeds wait for water, she says. “There is a weed seed bank in the top few inches of soil.”

Not having to pull up as many weeds or apply herbicides can translate into labor savings. Coupled with not having to manage irrigation infrastructure, dry farming can streamline a growing operation, Garrett says. “There’s a lot less to do.” Labor accounts for more than a quarter of total production costs for U.S. fruit and vegetable farmers.

Another benefit is that the produce contains less water and therefore tends to store better. In 2016 and 2017, Alex Stone, a horticulturist at Oregon State University, and her student Jennifer Wetzel grew different varieties of winter squash at the university’s research farm in Corvallis. The pair irrigated some vegetable plots and dry-farmed others. After harvesting the squash and leaving them in storage for four months, Stone and Wetzel found that about 1,000 of the roughly 1,250 dry-farmed winter squash, or about 80 percent, were still marketable. But only about 600 of the roughly 1,150 irrigated winter squash, or about 50 percent, were marketable.


In search of water
Dry-farmed tomatoes grow longer roots (plant on the left in the photograph) than irrigated tomatoes (plant on the right). Dry-farmed tomatoes are planted early in spring so they can access water in the topsoil (darker brown in the diagram). A lack of irrigation in summer encourages the roots to go searching for water as the soil dries out. By fall, the roots can be more than a meter deep.

Longer-lasting produce is a boon for small-scale fruit and vegetable growers, Garrett says. Winter is often a slow time sales-wise because there’s not much ripening. Selling stored crops in winter is one way that these farmers can earn an income during that lull. “If winter squash is storing months longer, that makes a huge impact for our local growers,” she says. Produce that lasts longer also means less food waste, both in farmers’ storage bins and in shoppers’ refrigerators and pantries.

Dry farming does have its downsides, however. The practice tends to produce smaller fruits and vegetables. That’s a natural outcome of withholding irrigation, Lund says. “The plant has less water to feed the growth of the fruit.” And growers, to say nothing of shoppers, can be wary of diminutively sized produce. That’s true among farmers in Oregon, Stone says. “They want a big, red tomato.”

Overall yields also tend to be lower. Not only does a dry-farmed plant produce fewer fruits or vegetables, but it also needs more space than its irrigated brethren so that its root system can spread out in search of water. Dry-farmed tomatoes, for instance, are typically planted almost two meters apart in rows separated by about two meters. Irrigated tomatoes can grow much closer together, about 60 centimeters apart, with rows separated by a meter or so.

Stone and Wetzel found that yields of irrigated winter squash at Oregon State’s research farm averaged 35.7 metric tons per hectare in 2016 and 32.2 metric tons in 2017. Dry-farmed squash yields were only 37 to 76 percent as much.

Diminished harvests can be a challenge. “With land access already being one of the biggest obstacles to farming, sometimes it’s hard for me to justify dry farming,” Nguyen says. Last year, she dry-farmed on only about a tenth of her property. “I do have to consider yield per square foot when deciding how much land to dry-farm,” she says.

Smaller harvests can translate to more expensive produce. “You don’t have the economies of scale,” Lund says. “Your costs are much higher per unit of production.” Dry-farmed tomatoes, for instance, typically sell for $4–$6 per pound and are primarily found at farmers markets and specialty grocery stores. That’s compared with $2–$3 per pound for traditional supermarket tomatoes grown with irrigation.

Dry-farmed produce may never become truly mainstream, Johnson says. “I don’t see us moving in that direction as long as we still have a market system that’s based on efficiency and quantity.” But many dry farming experts argue that paying more for dry-farmed produce is an investment in the future. And, they point out, dry-farmed produce tastes better.


//All of these melons were grown in dry farming experiments at Oregon State University’s Vegetable Research Farm. Melons are well-suited to dry farming because they originated in arid locations.///777


How does dry farming affect flavor?

In California’s Napa Valley, there’s nary an irrigation hose snaking through Dominus Estate’s roughly 55-hectare Napanook Vineyard. Every last one of the more than 100,000 cabernet sauvignon, cabernet franc and petit verdot grapevines planted there is dry-farmed.

The water savings are tremendous, says Tod Mostero, Dominus Estate’s director of viticulture and winemaking. A single irrigated grapevine is typically irrigated with nearly 40 liters of water several times or more over the growing season, he says. For a vineyard the size of Napanook, that translates to nearly 4 million liters, or about a million gallons, for just one watering, Mostero says. In drought-prone California, that’s not sustainable, he says. “Pumping millions of gallons of water out of the soil is not something that we can continue to do.”

Beyond the water savings, there’s another reason Napanook Vineyard is dry-farmed, Mostero says. The practice produces the best wines, he contends. When grapevines are dry-farmed, the unique flavors of a wine associated with a place, and even a vintage, often shine through. Grapevines can send roots up to six meters deep in search of moisture. As those roots pass through layers of soil and rock, they absorb a complex set of minerals unique to that location, Mostero says. “You really find the terroir, the subtle differences between different areas.” For that very reason, some wine-growing regions, in parts of Europe for example, forbid vineyards from irrigating wine grapes.

Oenophiles aren’t the only ones swearing by the superior flavors of dry-farmed fruits and vegetables. Laurence Jossel, the chef-owner of Nopa, a restaurant in San Francisco that specializes in wood-fired cuisine, sources dry-farmed tomatoes from local farms. Tomatoes that are bloated with water taste “boring,” Jossel maintains. “The acid is gone, and the sweetness is gone.” He uses dry-farmed tomatoes in everything from soups to flatbreads. Sometimes they’re the star ingredient: A salad of chopped tomatoes topped with a bit of feta or mozzarella is one of Nopa’s summer offerings. “The tomato itself is just amazing,” he says.


What’s the future of dry farming?

Despite the environmental benefits of dry farming, some farmers remain wary. Stone has found that growers in Oregon are often cautious about the practice, even when it comes to cultivating varieties that sell well elsewhere. A case in point is Early Girl tomatoes, which are extensively dry-farmed in California and available at both California supermarkets and farmers markets.

“They just see them as elite, expensive, small tomatoes,” Stone says.

To explore the economic viability of dry farming, Stone is leading farming trials of dry-farmed crops to determine which varieties are most suited to commercial production. In recent years, she and colleagues have focused on tomatoes, which, after potatoes, are the most commonly consumed vegetable in the United States. (Technically a fruit, tomatoes are considered a vegetable for nutritional and culinary purposes by the U.S. Department of Agriculture.)

Stone’s team at Oregon State has grown hundreds of types of tomatoes. By recording yields, susceptibility to common diseases like blossom-end rot, and the size, firmness and flavor of the tomatoes, the researchers have started to home in on varieties that thrive — and taste good — when the irrigation is turned off. The first yellow tomato I sampled at Tomato Fest is one of the researchers’ leading contenders.

//Planting tomato seedlings in furrows, as shown on this dry-farmed plot in California, helps prevent the wind from wicking away precious moisture.///
999

Dry farming offers one way forward as water resources become more unpredictable in the future. But it’s not a one-size-fits-all panacea for climate change, researchers admit. In some cases, crops that once thrived without irrigation may no longer do well at some point in the future.

“As summers become hotter and drier, crops will require even more water as they will lose more water [through evapotranspiration], making dry farming riskier,” Stone says.

Some farmers may have to swap one type of crop for another that’s more suited to even drier conditions. Fruit trees with particularly long, deep roots are good bets, Garrett says, as are species like melons that originally evolved in arid locales.

Whatever the future holds, being adaptable will be key. Farmers must be prepared to respond to changing conditions, Johnson says, but must also allow nature to lead. After all, that’s worked for his community for thousands of years.

“We raise corn to fit the environment,” he says. “We do not manipulate the environment to fit the corn.” ▄


Yeri: https://www.sciencenews.org/article/dry-farming-agriculture-climate-change






[Edited at 2024-02-11 18:02 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 21:30
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
--.. tümü alıntıdır..-- Feb 11

Çernobil’deki Kurtlar Kansere Dirençli Genler Geliştirdi, Peki Bu Ne Anlama Geliyor?



Yazı: Sibel Çağlar
10/02/2024 -- Son güncelleme: 10/02/2024


Bir araştırmaya göre, insanların bulunmadığı Çernobil bölgesinde yaşayan kurtlar, kansere dayanıklı genomlar geliştirdi. Vahşi hayvanlar, Çernobil nükleer reaktörün patlamasından sonraki yüksek düzeydeki radyasyona uyum sağlamayı başardılar.

... See more
Çernobil’deki Kurtlar Kansere Dirençli Genler Geliştirdi, Peki Bu Ne Anlama Geliyor?



Yazı: Sibel Çağlar
10/02/2024 -- Son güncelleme: 10/02/2024


Bir araştırmaya göre, insanların bulunmadığı Çernobil bölgesinde yaşayan kurtlar, kansere dayanıklı genomlar geliştirdi. Vahşi hayvanlar, Çernobil nükleer reaktörün patlamasından sonraki yüksek düzeydeki radyasyona uyum sağlamayı başardılar.

Bölgedeki diğer canlıların radyasyondan insanlara benzer bir biçimde etkilendiğinin bildiğimiz için bu durum oldukça ilgi çekici. Tam olarak ne olduğunu anlamak için önce kısaca geçmişte olan biteni hatırlayalım.

Çernobil Nükleer Kazasından Sonra Bölge Ne Durumda?

Bildiğiniz gibi 26 Nisan 1986’da, o dönem Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna’nın başkenti Kiev’in 130 kilometre kuzeyindeki Çernobil kenti, insanlık tarihinin en korkunç çevre felaketlerinden birine sahne oldu. Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali’nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945’te Hiroşima’ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayıldı. Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi.

8888

//Günümüzde Pripyat’a veya civardaki diğer küçük kasabalara giderseniz, onları boş bulacaksınız. Buralar Çernobil nükleer santralinde bir reaktörün patladığı 1986’dan beri hayalet kasabalardır. Bugün, Çernobil Hariç Tutma Bölgesi, felaketin keskin bir hatırlatıcısı olarak hizmet ediyor.Hotel Polissya Polissia.///

Patlamanın ardından yaşananlar dehşet vericiydi. Kaza gecesi iki işçi öldü ve düzinelercesi de akut radyasyon hastalığına maruz kaldı. Bu da birkaç hafta içinde en az 29 kişinin daha ölümüne yol açtı. Devamındaki süreçte insanlar kanser gibi uzun vadeli sağlık sorunları ile yüzleşmek zorunda kalacaktı.

İşin doğası nedeniyle kazadan tam olarak kaç kişinin etkilendiğini belirlemek olası olmasa da bu patlamanın yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olduğu düşünülmektedir. İlerleyen günlerde, radyoaktif atıkların insanlar için oluşturduğu sağlık riskleri nedeniyle yüz binden fazla kişi bölgeden tahliye edilecekti. Çoğu kişi de bir daha geri dönmedi.

//Kanser, Çernobil’den gelen radyasyonun sağlık üzerindeki en büyük etkilerinden biridir. Kazadan sonra bölgede 15 yaşın altındaki çocuklarda görülen 1.800 belgelenmiş tiroid kanseri vakası vardı. Bu normalden çok daha yüksek. Patlamadan sonra reaktörün durumu. Takip eden yıllarda, 4 No’lu Reaktörü içine alacak devasa bir beton lahit inşa edildi.///

İnsanların Yokluğunda Çernobil’de Kurtlar Çoğalmaya Başladı

Ancak insanların aksine gri kurtlar evlerinden ayrılmayacaktı. Aksine insanların yokluğunda sayılarında giderek artış gözlemlenmeye başlandı. Bu durum da bir süre sonra bilim insanlarının dikkatini çekti. En üst yırtıcılar olarak kurtların Çernobil radyasyonundan en çok etkilenen grupta yer alması gerekiyordu. Sonuçta kurtlar radyoaktif bitkileri yiyen radyoaktif geyikleri yer. Besin zincirinde yukarılara tırmandıkça da radyasyona maruz kalma artmalıdır. Ancak durum bunu göstermiyordu.

//İnsan yerleşimi için güvensiz olduğu düşünülen Çernobil Hariç Tutma Bölgesi’ndeki kurt popülasyonunun yoğunluğunun, çevredeki rezervlerden yedi kat daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Bir kurt nükleer santralın yakınında görülüyor.///

Sonunda araştırmacılar, Çernobil civarında kurtların artışının, insan müdahalesi olmamasından mı yoksa radyasyondan etkilenmemelerinden mi kaynaklandığını anlamak istediler. Aslında Princeton Üniversitesi’nden evrimci biyolog ve ekotoksikolog Cara Love tarafından yürütülen çalışma, Çernobil yaban hayatının gizemlerini çözmeye yönelik on yıllık bir çabaya işaret ediyor.

Love’ın ekibi bölgeye keşif gezilerine çıktı, kurtlardan kan örnekleri topladı ve onların hareketlerini ve radyasyona maruz kalma durumlarını takip etti. Bu sayede nerede olduklarının ve ne kadar radyasyona maruz kaldıklarının gerçek zamanlı ölçümlerini elde ettiler.

Çernobil’deki Kurtlar İle İlgili Araştırmadan Ne Öğrendik?

//İnsanların yokluğunda kurtlar giderek çoğalmaya başladı. Onlardan boşalan alanlarda yeni bir yaşam kurdu.///

Araştırmadan elde edilen bulgular, kurtların maruz kaldığı radyasyona ilişkin şaşırtıcı istatistikleri ortaya çıkardı. Kurtların maruz kaldığı günlük radyasyon dozu, insanlar için mevcut olan sınırın altı katından daha fazla idi.

Bu sonuç karşısında araştırmacılar radyasyon karşısında kurtların dirençli olmalarına imkan veren bir genetik değişiklikten şüphelenmeye başladılar. Yani belki de kurtlar da kansere yakalanıyordu ancak kanser onları diğer canlıları etkilediği gibi etkilemiyordu.

Bu sorulara bir cevap bulmak adına araştırmacılar Çernobil’deki kurtlardan alınan kan örneklerini bölge dışındaki iki farklı kurt koruma alanındaki kurtlardan alınan kanlar ile karşılaştırdılar. Bu yolla Çernobil’deki kurtlarda başka yerlere göre farklılaşan genom bölgelerini belirlemeye çalıştılar. Diğer bir deyişle, gri kurtların radyasyona dayanmasını sağlayan genleri ayırt etmeyi hedeflediler.

//Bölgede kurtlar sağlıklı bir biçimde çoğalmaya devam ediyor. Bunun bir nedeni kansere karşı bağışıklık gelişmeleri olması mümkündür. Ancak en önemli nedeninin avlanma baskısının olmaması yani etrafta insan bulunmaması olduğu düşünülüyor.///

Sonuçta değişimin kansere karşı bağışıklık tepkisinde rol oynadığı bilinen genlerin içinde ve çevresinde olduğunu buldular. Çernobil’deki köpeklerin kanser oranlarının Çernobil dışındaki köpeklere göre daha fazla olduğu biliniyordu. Bu durumda benzer bir sonucun kurtlar için de geçerli olması gerekiyordu. Ancak bu değişen genler muhtemelen onların etkilenmelerini engellemişti. Kurt popülasyonunun giderek artmasının nedeni de muhtemelen buydu.

Sonuç olarak

Çernobil kurtların dünyanın diğer bölgelerinde yaşayanlardan farklılaşmış olması bizim için ne ifade ediyor? diye düşünmüş olmalısınız. Aslında bu durum göründüğünden daha önemli sonuçların gelişimine bir alt yapı oluşturma potansiyeline sahip. Araştırmacılar kurtlardaki bu kanser direncinden sorumlu genleri kesin biçimde belirleyebilirlerse, bunun insanlarda kanser tedavilerine de ışık tutabileceğini düşünüyorlar. Ancak bir sorun var. Ukrayna’daki savaş yaklaşık iki yıl önce başladığından beri çalışmalara ara verilmiş durumda.

Çernobil kurtları üzerine yapılan bu araştırma, Bütünleştirici ve Karşılaştırmalı Biyoloji Derneği’nin yıllık toplantısında yakın zamanda sunuldu. Bu süreçte araştırmacılar verileri yorumlamaları için kanser ile ilgili çalışmalar yapan çeşitli kurumlar ile birliktelik geliştirdi. Şimdi bize gereken öncelikle savaşın bitmesi ve devamında da Çernobil bölgesindeki kurtlar ile ilgili daha fazla çalışma yapılması.

Yazının yeri: https://www.matematiksel.org/cernobil-kurtlar-kansere-direncli-genler-gelistirdi/

_____________________

Kaynaklar ve ileri okumalar

Chernobyl’s Mutant Wolves Have Evolved Anti-Cancer Abilities. Yayınlanma tarihi: 7 Şubat 2024. Kaynak site: IFF Science. Bağlantı: Chernobyl’s Mutant Wolves Have Evolved Anti-Cancer Abilities
Inside the Chernobyl Exclusion Zone where mutant wolves have developed cancer-resilient genomes: photos. Yayınlanma tarihi: 9 Şubat 2024. Kaynak site: New York Post. Bağlantı: Inside the Chernobyl Exclusion Zone where mutant wolves have developed cancer-resilient genomes: photos
Why wolves are thriving in this radioactive zone. Yayınlanma tarihi: 5 Şubat 2024. Kaynak site: NPR: Bağlantı: Why wolves are thriving in this radioactive zone.
Chernobyl wolves have evolved resistance to cancer. Yayınlanma tarihi: 2 Ekim 2024. Kaynak site: Earth. Bağlantı: Chernobyl wolves have evolved resistance to cancer
Whipple, Madison. “6 Key People Involved in the Chernobyl Disaster” TheCollector.com, July 6, 2023, https://www.thecollector.com/chernobyl-disaster-people-involved/.


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄




Black Friday Yani Kara Cuma Gerçekte Tam Olarak Nedir?


Yazı: Batuhan Erdik
25/11/2022 -- Son güncelleme: 23/11/2023

dims.apnews


Her yıl Kasım ayının sonlarına doğru tüm dünyada bir alışveriş çılgınlığı başlar. Dönem dönem farklı renk kodları ile anılsa da en iyi bilineni Kara Cuma yani Black Friday indirimleridir. Peki ama bu çılgınlığın neden ve nasıl başladığını biliyor musunuz?

Öncelikle kısa bir tarih dersi. Black Friday yani Kara Cuma, ABD’de Şükran Günü’nden sonra gelen ilk Cuma gününe denir. Gün 1952’den bu yana Noel alışveriş sezonunun başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Sonucunda bu dönem alışveriş yapanların hediyelere para harcama olasılığının en yüksek olduğu zamandır. Bu nedenle de bu dönemde mağazalar çok erken saatte açılır ve geç kapanırlar. Ayrıca sınırlı sayıda beklenmedik derecede indirimli satış yaparlar. Ve evet şu ana kadar okuduklarınız muhtemelen zaten bildiğiniz şeylerdir. Peki, bu çılgın tüketim gününün adı nereden geldi? İşte bunu bilmiyor olmanız olasıdır.

Öncelikle hatırlatalım. Bu sayede de ” 2023’de Kara Cuma ne zaman?” diye merak edenlere bir cevap verelim. Bu yıl Kara Cuma 24 Kasım’a denk geliyor. Ancak önceleri sadece bir gün olmasına rağmen Kara Cuma, yapılan anlaşmalar sonucunda, Kasım ayının neredeyse tamamını kapsayacak bir biçimde uzatılmış durumda.

Ayrıca Kara Cuma ilk olarak ABD’de gerçekleşen bir uygulama olmasına rağmen, şu sıralarda neredeyse dünyada her yerde aynı uygulamaya rastlamak mümkün. Bu temel tüketim bilgileri öğrendikten sonra şimdi tüketim çılgınlığının tarihe göz atabiliriz.

Black Friday Yani Kara Cuma Nedir? Kara Kelimesi Burada Ne Anlama Gelmektedir?

Birine “Kara Cuma” adının nereden geldiğini sorarsanız, kulağa doğru gelen ama aslında doğru olmayan bir hikaye duyma ihtimaliniz yüksektir. “Kara Cuma” adının finansal jargona dayandığı yaygın bir yanılgıdır. Sonucunda bir işletme finansal bir zararla faaliyet gösterdiğinde, “tehlikededir”. Bu durum kırmızı ile gösterilecektir.

//Bir grafiğin kırmızı ile çizilmiş olması genellikle zarar anlamına gelmektedir.///

Ancak sonucunda bir işletme harcadığından fazlasını kazanıyorsa yani kar ediyorsa bu renk siyah ile gösterilir. Perakende şirketlerinin muhasebe yaparken zararları kırmızı, karları siyah olarak kaydettikleri doğru olsa da, Kara Cuma’nın bununla bir ilgisi yoktur. Aslında bugünün adının alışveriş ile de pek bir ilgisi yok!

“Kara Cuma”nın Asıl Çıkış Hikayesi 1960’ların Başında Philadelphia’dan Geçer

//Tarihsel olarak, Kara Cuma teriminin ilk kullanımı genellikle New York piyasa çöküşünün yıkıcı bir dalgalanmaya yol açtığı 1869 yılına kadar uzanır.///

“Kara Cuma” terimi ilk olarak 1869’da Jay Gould ve Jim Fisk adlı iki yatırımcının altın fiyatını yükselterek piyasanın çökmesine neden olmasıyla ortaya çıktı. Sonuç olarak borsa %20 düştü, dış ticaret durdu ve çiftçiler mısır ve buğday değerinde büyük düşüşe tanık oldu. Amerikan ekonomisine önemli bir darbe vuran bu olay tahmin ettiğiniz gibi 24 Kasım tarihinde ve Cuma günü gerçekleşmişti. İlerleyen süreçte, magazin dergileri bu kasvetli günden ‘Kara Cuma’ olarak bahsetmeye başlayacaktı.

1950’lerde Kara Cuma terimi, özellikle Philadelphia ve Pittsburgh’daki polis memurları arasında yaygınlaştı. Bu terimi, alışveriş yapanların Şükran Günü’nün ertesi günü tatil sezonunun en iyi fırsatlarını yakalamak için şehre akın ettiği kaotik girdaba olumsuz bir gönderme olarak kullandılar.

1960’lara gelindiğinde Kara Cuma terimi ABD ve ötesinde yaygın olarak kullanılıyordu;. Ancak bu ifade daha çok kalabalık, kargaşa ve şiddet gibi olumsuz şeylere bir gönderme anlamı taşıyordu. 1961’e gelindiğinde de, Philadelphia’da tüccarlar kelimenin yarattığı olumsuz çağrışımları ortadan kaldırmak için ismi “Büyük Cuma” olarak değiştirmeye çalıştılar. Ancak bir biçimde Black Friday adı akıllarda takılıp kaldı. Zaman içinde şirketler tarihleri ve ismi kendi pazarlama stratejisi doğrultusunda değiştirmeye başladı.

Kara Cuma Adı ilerleyen Yıllarda Alışveriş ile Eş Anlamlı Hale Gelecekti

Terim, 1985’te tüm Amerika’da popülerlik kazandı. 2013’ten sonra ise Kara Cuma tüm dünyada kabul görecekti. Ülkemizde de bunun Efsane Kasım ya da Süper Kasım gibi versiyonlarla gözlemlememiz mümkün. Bunu takip eden yalnızca çevrimiçi satış etkinliği olan Siber Pazartesi ise 28 Kasım’da başlıyor. Son yıllarda, iki alışveriş etkinliği yakınlıkları nedeniyle eşanlamlı hale gelmiş durumda.

//En trajik Kara Cuma, 34 yaşındaki Walmart çalışanı Jdimytai Damour’un, bir perakende satış noktasında kalabalığının neden olduğu izdiham sonucunda öldüğü 2008 yılıdır.///

Son olarak hatırlatalım. Gerçek şu ki, büyük perakendeciler kar etmek için böyle özel bir güne ihtiyaç duymuyor çünkü genellikle tüm yıl boyunca para kazanıyorlar. Ancak elbette biz tüketiciler için bilinçli davranırsak, ihtiyaçlarımızı elde etmek için bu günler, bir fırsat da olacaktır.

Ancak görselde gördüğümüz ve çeşitli videolarda izlediğimiz gibi abartmaya da gerek yok. Unutmayalım. En trajik Kara Cuma, 34 yaşındaki Walmart çalışanı Jdimytai Damour’un, bir perakende satış noktasında kalabalığının neden olduğu izdiham sonucunda öldüğü 2008 yılıdır. Yazının devamında göz atmak isterseniz: Black-Scholes Denklemi İle Piyasaların Matematiğini Öğrenelim https://www.matematiksel.org/black-scholes-denklemi-ile-piyasalarin-matematigini-ogrenelim/

Yeri: https://www.matematiksel.org/black-friday-yani-kara-cuma-gercekte-tam-olarak-nedir/

Kaynaklar ve ileri okumalar:

Why Is It Called “Black Friday”? Yayınlanma tarihi: 6 Kasım 2022; Bağlantı: https://www.howtogeek.com/
Black Friday 2022: Why is it called Black Friday? All you need to know about the date, history and significance. Yayınlanma tarihi: 25 Kasım 2022; Bağlantı: https://www.hindustantimes.com/
What’s the Real History of Black Friday? Yayınlanma tarihi: 16 Kasım 2022; Bağlantı: https://www.history.com/
A Brief History of Black Friday. Yayınlanma tarihi: 25 Ekim 2022; Bağlantı: https://www.mentalfloss.com/



▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄



Bilgisayarlar Sonsuza Kadar Hızlanabilir mi? Moore Yasası Hayır Diyor


Yazı: Batuhan Erdik
22/10/2021 -- Son güncelleme: 31/12/2023

artworks-zVj04z36GjjtXdbv-K4oupQ-t500x500

newsroom-moores-law-2


“Bilgisayarlar işe yaramaz,” demişti Pablo Picasso, “size yalnız­ca yanıtları verebilirler.” Ancak verdikleri yanıtlar, geçtiğimiz yarım yüzyıl içinde dünyayı ciddi bir değişi­me uğrattı. Ancak bunun bir sınırı var mı? Bu yazıda işin biraz arka planına bakalım ve Moore Yasası ile tanışalım.

Moore Yasası Nedir?

Bilgisayarların hızı temelde kullandıkları mikroçiplerle ve daha özel olarak bu mikroçiplerdeki transistörlerin sayısıyla bağlantılıdır. 1960’ların ortalarında, dünyanın en büyük çok uluslu teknoloji şirketlerinden biri olan Intel’in kurucusu Gordon Moore, kendisinden geleceğin piyasası öngörmesi istendiğinde cesur bir açıklama yaptı.

//Bilgisayarların kalbi sayılan mikroçiplerin yapımcılarından biri olan ve Intel’i kuran Gordon Moore, odalar büyüklüğündeki “elektronik beyinleri” avucumuza sığan cihazlar haline getiren mucizevi isimdi.///

“Entegre Devrelere Daha Fazla Bileşen Sıkıştırma” adlı makalesi Electronics der­gisinin Nisan 1965 sayısında kaleme aldı. Moore yazısına dijital geleceğe göz kır­parak başladı. “Entegre devreler, ev bilgisayarları ve kişisel taşınabilir iletişim araçları gibi mucizelere yol açacak,” dedi. Ardından onu ünlü yapacak asıl büyük tahminini yaptı. “Minimum maliyete dahil bileşenlerin sayısı kabaca her yıl iki katına çıktı. Bunun en az on yıl daha böyle devam etmeyeceğini düşünmek için bir neden yok. “

Daha basit ifade edersek, bir mikroçip üzerine sığdırılabilecek tran­sistör sayısı, maliyetleri artmaksızın her yıl iki katına çıkıyordu. Moore bunun izleyen on yıl boyunca da böyle gideceğini öngörmüştü. Caltech’te profesör arkadaşlarından biri bunu, Moore Yasası olarak adlandırdı.

//İlk bilgisayarlar neredeyse bir oda büyüklüğündeydi. Bileşenler küçüldükçe, daha yoğun, daha hızlı ve daha ucuz hale geldikçe, başta bilgisayarlar ve cep telefonları olmak üzere birçok ürün ve hizmetin gücünü arttı. Aynı zamanda da maliyetleri azaldı. Sonuç elektronikte bir devrim oldu.///

Bu zamandan sonra da Moore Yasası sadece bir tahmin değil, aynı zamanda endüstri için bir hedef oldu. Moore Yasası’nın dile getirilişinden bu yana yasanın çökmek üzere olduğu iddiaları her on yılda bir gündeme geldi. Ancak bugüne kadar haklı çıkan olmadı. Bunun nedenine geçmeden önce bazı bilgileri aktarmamız daha doğru olacaktır.

Mikroçip Nedir?

Mikroişlemci, yarı iletken entegre devre, yonga ve çip olarak da bildiğimiz mikroçip; genellikle silikondan üretilen yarı iletken malzemeler ile tasarlanmış metal bir levha üzerine yerleştirilen elektronik devreler grubudur. Bu bütünleşik devreler içinde milyarlarca transistör ve elektronik devre elemanı vardır.

Yukarıdaki görselde gördüğünüz Intel’in 1971’de ürettiği ilk ticari mikroçipi olan Intel 4004. Bu mikroçip her biri 10 mikron kalınlığındaki 2.300 çipten oluşuyordu. Bugün çip teknolojisinde ölçü birimi olarak bir metrenin milyonda biri anlamına gelen mikron yerine, metrenin milyarda biri anlamına gelen nanometre birimini kullanıyoruz. Günümüzde üretilen çipler 5 nanometre boyunda. Bir başka ifadeyle, bir saç telinden 20.000 kat daha küçük.

Neden Moore Yasası Uzun Süre Daha Sürdürülemez?

Doğa yasaları bize bazı sınırlamalar koyar. Bilgisayarların da nihai sınırları­nı belirleyen fiziksel yasalar vardır. Ve bu yasaları atlatmak imkansızdır. Çip üzerindeki bileşenlerin ne kadar küçültülebileceği, içinden geçen ışığın türüne bağlıdır. Çip üreticileri, morötesi ve X-ışınları gibi daha küçük deliklerden geçen daha kısa dalga boyundaki ışıklardan yararlanarak, bileşenlerin boyutlarını da kademeli ola­rak küçültebilmiştir. Hatta ışık yerine dalga boyu daha küçük olan elektron demetlerini kullanmaya başlamışlardır.

Günümüzdeki dizüstü bilgisayarlar görece ya­vaştır, çünkü yalnızca transistörlerdeki elektrik enerjisini kullana­bilirler. Fakat bu enerji aslında kütlesi içinde hapsolmuş enerjinin yanında son derece küçüktür. Gerçekten kusursuz bir bilgisayarın, mevcut bütün enerjisini kullanıp kütlesine hiç enerji ayırmaması beklenir. Bu durumda kütle enerjisinin ışık enerjisine dönüş­mesi gerekir. Böyle bir aygıtın tüyler ürpertici bir işlem gücü olurdu. Ancak bu bilgisayar da bildiğimiz türden bir bilgisayara benze­mezdi. Sonucunda başka bir şeye dönüşmüş olurdu.

//Transistörler, kumdan, daha doğrusu içindeki silikondan yapılır. Silikon dioksitin bileşenlerinden biri olan silikon, yerkabuğunda en bol bulunan ikinci elementtir. Silikon, yarı-iletken bir özellik gösterir. Bu sayede, elektriksel özelliklerinde değişikliğe yol açmak için bir başka elementin çok az sayıda atomunu katmak yeterli olur.///

Moore Yasasından Kaçmak Mümkün mü?

Ancak atomun bu nihai sınırını aştığımızda ne olur? Bu olasılığı zaten düşündük, bu yüzden kuantum hesaplama artık önemli bir çalışma alanı. Kuantum hesaplama, fizik alanındaki kuantum teorisi temelinde gelişen oldukça yeni bir teknoloji. Kuantum hesaplama, temel olarak kuantum durumunun belirsizliğine dayanarak bilgisayarların hızını ve işlem gücünü çok fazla arttırma potansiyeline sahip. Bu bize Bu, Moore Yasasının neredeyse hiç bitmediği bir dünya verecektir.

//Mikroçiplerdeki transistor sayısı her yıl gerçekten de iki katına çıktı.///

Ayrıca, son zamanlarda araştırmacılar, birçok farklı endüstride inanılmaz uygulamalara sahip olan grafen ile etkileyici ilerlemeler kaydettiler. Teknoloji dünyasının en gelişmiş şirketlerinden biri olan IBM grafen tabanlı çipi yarattı. Kullanılan malzeme çok ince olduğu için bu transistör bir silikon çipe oranla yaklaşık 100 kat daha küçüktü. Daha küçük ve daha hızlı olmanın başarının temeli olduğu bir alanda, grafen bir sonraki önemli adım olabilir. Bu da, Moore Yasasının sınırlarını önemli ölçüde genişletecek bir başka seçenektir.

Moore Yasasına ve kuantum mekaniğinin sınırlarına göre, bazıları kabaca 70 yıl içinde en yüksek işlem gücüne ulaşacağımızı tahmin ediyor. Bununla birlikte, bazıları Moore Yasasının 15 yıl gibi kısa bir sürede çökmeye başlayacağını söylüyor. Başlangıçtaki sorunun cevabını bize zaman verecek gibi gözüküyor.▄

Yazının kaynağı: https://www.matematiksel.org/bilgisayarlar-sonsuza-kadar-hizlanabilir-mi-moore-yasasi-hayir-diyor/

_________

Kaynaklar ve İleri Okumalar:

Moore’s law; https://en.wikipedia.org/
The chips are down for Moore’s law; Yayınlanma tarihi: 9 Şubat 2016; Yayınlandığı Yer: Nature; Bağlantı: https://www.nature.com
Can computers keep getting faster?; Yayınlandığı yer: Sciencefocus; Bağlantı: https://www.sciencefocus.com/
Matematiksel


▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄




ARTENSTERBEN, ÖKOSYSTEME, KLIMA
:

Eine Krise kommt selten allein


Klima, Ökosysteme, Wasser: Zukünftige Krisen könnten sich gegenseitig verstärken. In einer solchen Polykrise wären die Veränderungen zu drastisch, als dass man sich noch anpassen könnte.


Yazı: *Christian Schwägerl
30 Ocak 2024


//Unerwartete Fernwirkungen: Waldbrände verschlechtern die Luftqualität noch hunderte Kilometer entfernt. Auf diese Weise können Krisen sich unerwartet gegenseitig verstärken.///

Jedes Jahr wird es ein bisschen wärmer. Gletscher verlieren ein bisschen mehr Eis, Wälder trocknen ein bisschen mehr aus, der Meeresspiegel steigt weiter um ein paar Millimeter. So stellen sich viele Menschen den Klimawandel vor.

333

Auch in den gängigen wissenschaftlichen Prognosen für das Weltklima sind hauptsächlich Linien zu sehen, die ohne große Ausschläge konstant mit dem CO2-Gehalt in der Atmosphäre ansteigen. Manche Politiker und Wirtschaftslenker verleitet das zu der Annahme, dass es die menschliche Zivilisation doch schaffen müsste, sich an eine solche schrittweise Veränderung ebenso schrittweise anzupassen.

Das ist doppelt falsch: Einerseits wird nach derzeitigem Stand die globale Durchschnittstemperatur bis 2100 um drei Grad Celsius im Vergleich zur vorindustriellen Zeit steigen. Das ist weit außerhalb der gewohnten Lebensbedingungen und würde die Wasser- und Nahrungsversorgung von Milliarden Menschen ernsthaft gefährden.

Andererseits warnt eine wachsende Zahl von Wissenschaftlern davor, dass es nicht bei solchen graduellen Veränderungen bleiben wird. Eine »Polykrise« droht, bei der mehrere lebenswichtige Funktionen des Erdsystems gleichzeitig versagen. Zum Beispiel, wenn die Temperatur abrupt nach oben schießt oder wenn Ökosysteme, die für globale Ernten wichtig sind, in kurzer Zeit und dann dauerhaft ihren Dienst versagen. In einer solchen Polykrise wirken mehrere menschengemachte Umweltveränderungen fatal zusammen, also neben dem Klima etwa die massive Überdüngung, die zu Todeszonen im Meer führt, und der dramatische Verlust der Artenvielfalt. Die einzelnen Probleme addieren sich nicht nur, sondern verstärken sich gegenseitig.

Ein ganz anderer Planet

Eine solche klimatisch-ökologische Eskalation könnte menschliche Gesellschaften ins Chaos stürzen, etwa wenn in Asien im Sommer mangels Gletscherwasser hunderte Millionen Menschen Durst leiden und Hitzewellen Städte nahezu unbewohnbar machen. Sie könnte auch neue Konflikte heraufbeschwören, wenn wichtige Grundnahrungsmittel knapp werden oder wenn Küstenbewohner ins Binnenland und in andere Weltregionen fliehen müssen.

Der Klimaforscher Nico Wunderling vom Potsdam-Institut für Klimafolgenforschung warnt vor einer drohenden »Kaskade von Kipppunkten«. An deren Ende könnte ein Planet stehen, der »bis zur Unkenntlichkeit verändert ist«, wie der Klimageologe Gerald Haug vom Max-Planck-Institut für Chemie in Mainz befürchtet. Ein Zeitreisender, der ins Jahr 2100 geschickt wird, würde demnach nach seiner Rückkehr nicht nur von einer viel wärmeren Welt berichten, die unserer aber noch ähnelt. Er würde vielmehr eine Szenerie schildern, die eher nach einem fremden Planeten klingt.

Vor 16 Jahren lenkten Forscher aus Deutschland, USA und Großbritannien erstmals prominent die Aufmerksamkeit auf so genannte »Kippelemente« im Erdsystem. Das sind Regionen oder Prozesse, die besonders neuralgisch auf Veränderungen reagieren, und das nicht linear, sondern extrem – und dauerhaft. Als Beispiele nannte das Team um Timothy Lenton, der heute an der University of Exeter forscht, damals die Eisschilde der Arktis und der Antarktis, den Amazonas-Regenwald und die Atlantische Umwälzzirkulation im Meer, zu der auch der Golfstrom gehört.

1111


Was steckt hinter diesen Warnungen?

Schon eine moderate Erwärmung könnte demnach an den Polen die dicken Eispanzer unwiederbringlich verschwinden lassen. Dann nämlich, wenn nicht mehr genug Meereis da ist, um die Gletscher davon abzuhalten, ins Meer zu rutschen, und wenn in der Westantarktis weite Gebiete, deren harter Untergrund unter dem Meeresspiegel liegt, durch immer wärmeres Wasser von unten abgeschmolzen werden. Ähnlich in der Arktis: Je stärker Gletscher schrumpfen, desto tiefer liegen sie und desto wärmer ist die Luft, der sie ausgesetzt sind – ein sich selbst verstärkender Prozess.

Ein weiterer von der Arbeitsgruppe beschriebener Kipppunkt ist der Amazonas-Regenwald. Der könnte von innen austrocknen und sich in eine Savanne verwandeln. »Die Erdgeschichte liefert Belege für nichtlineare Zustandswechsel; aber vom Menschen verursachte Veränderungen laufen in der Regel schneller ab«, schrieben die Autoren in der Fachzeitschrift »PNAS« und warnten: »Die Gesellschaft kann durch Prognosen eines nur graduellen globalen Wandels in ein falsches Gefühl der Sicherheit eingelullt werden.« In der Erdgeschichte gelten die Abkühlung am Übergang vom Eozän zum Oligozän vor 34 Millionen Jahren und mehrere Phasen schneller Erwärmung während der letzten Eiszeit als klassische Beispiele dafür, dass unser Planet zu abrupten extremen Klimaveränderungen grundsätzlich in der Lage ist.

Bei den Kippelementen von heute gibt es große Unterschiede, ab welcher Temperaturerhöhung der kritische Punkt erreicht ist und wie schnell die Veränderungen ablaufen. Am schnellsten könnten Amazonas und Korallenriffe kollabieren. Das weitgehende Abschmelzen der Polkappen würde sich dagegen über Jahrhunderte erstrecken. Doch eines ist klar: Einmal in Gang gekommen, gibt es kaum noch ein Halten. Künftige Erdbewohner müssten mit den dramatischen Veränderungen, die ihre Vorfahren in Gang gesetzt haben, klarkommen – ob sie das wollen oder nicht.

Kipppunkte und Dominoeffekte

Anfang Dezember 2023 unterzog ein Team von 200 Wissenschaftlern und Wissenschaftlerinnen aus 26 Ländern anlässlich der Weltklimakonferenz COP28 in Dubai diese Kippelemente einer umfassenden Überprüfung. Manche der frühen Szenarien wurden dabei wieder einkassiert. So gilt es auf der Grundlage neuerer Messungen und Modellierungen inzwischen nicht mehr als wahrscheinlich, dass das zyklische El-Niño-Wettersystem im Pazifik komplett aus den Fugen geraten könnte. Doch in dem Report lenken die Autorinnen und Autoren die Aufmerksamkeit auf die Gefahr der Polykrise: Mehrere Kippelemente könnten sich gegenseitig beeinflussen – und wiederum verstärken. »Es erscheint plausibel, dass Wechselwirkungen zwischen Klima-Kippsystemen das Erdsystem zusätzlich destabilisieren können«, schreiben die Hauptautoren Nico Wunderling vom PIK und Anna von der Heydt von der Universität Utrecht.

Das ist zum einen bei neuralgischen Punkten denkbar, die in denselben Weltregionen liegen, wie der Permafrostboden in der Arktis und boreale Wälder. Das Auftauen des Eisbodens könnte das Absterben des Nadelwalds verstärken, so die Befürchtung, die durchaus kontrovers diskutiert wird. Manche Wissenschaftler halten sowohl den Permafrost als auch die borealen Wälder jeweils für sich genommen für robuster als in den Kipp-Analysen angenommen.

»Klima-Dominoeffekte« könnten auch über sehr weite Entfernungen hinweg auftreten. Die einzelnen Kippelemente seien »keine isolierten Systeme, sondern über den ganzen Globus hinweg miteinander verbunden«, betonen Wunderling und von der Heydt. »Tele-Verbindungen« heißen in der Klimaforschung Wechselwirkungen zwischen weit voneinander entfernten klimatischen Phänomenen. So hat zum Beispiel der indische Monsunregen Einfluss auf das Wetter im Mittelmeerraum oder die Stärke von El Niño im Pazifik Einfluss auf Korallenriffe in anderen Meeren.

Auf dem Weg in die Heißzeit?

Die wichtigste Rolle in einer möglichen »Polykrise« hätte den Analysen zufolge die Atlantische Umwälzpumpe. Über die Wassermassen, die sie transportiert, sind Antarktis und Arktis miteinander verbunden. Wärme aus den Tropen gelangt mit dem Golfstrom in Richtung Grönland und Europa. Vom Nordmeer aus tritt das abgekühlte Wasser dann in großer Tiefe über Jahrhunderte hinweg die Rückreise gen Süden an. Als die Umwälzpumpe vor knapp 15 000 Jahren gegen Ende der letzten Eiszeit wieder ins Laufen kam, gab es in der Arktis einen regelrechten Temperatursprung.

Würde sie heute wieder erlahmen, wofür es Anzeichen gibt, wären die Folgen komplex. Während das im Norden eine Abkühlung bedeuten könnte, würde mehr Wärme im Süden bleiben und die Tropen und angrenzenden Wüstengebiete noch heißer machen, als sie ohnehin schon geworden sind. Der Indische Monsun würde ebenso beeinflusst wie das Klima im Pazifik. Auch hier sind die Unsicherheiten groß. Umso beunruhigender sind Messungen, denen zufolge der Golfstrom in den vergangenen Jahrzehnten schon um einige Prozent langsamer geworden ist.

Zu den größten Langfrist-Sorgen von Klimafachleuten gehört es, dass die Erde in einen neuen, stabilen Grundzustand gerät. In diesem »Hothouse«-Szenario mit vier bis fünf Grad höherer Durchschnittstemperatur droht sich dann ein neues Gleichgewicht einzustellen – mit für uns lebensfeindlichen Umweltbedingungen, denen nichts mehr entgegenwirkt. Noch ist dies näher an einer Dystopie als an einem wissenschaftlich fundierten Modell; aber allein schon, dass es mit einer geringen Wahrscheinlichkeit so kommen könnte, ist mehr als beunruhigend. Denn mit einem neuen Gleichgewichtszustand könnten selbst die umfassendsten menschlichen Bemühungen, zum Klima des Holozäns zurückzukehren, aussichtslos sein. Und bedroht wäre in jedem Fall das, was die Menschheit existenziell braucht: die Erzeugung von Nahrungsmitteln.

Zwar hat mehr CO₂ in der Luft einen düngenden Effekt auf Pflanzen und wärmere Sommer könnten das Wachstum begünstigen. Doch mit steigendem Kohlenstoffgehalt droht der Nährwert der Produkte zu sinken, weil etwa weniger Eiweiße und Fette enthalten sind. Und auch wachsende Vegetationszonen und -zonen reichen nicht aus, wenn Wasser fehlt und Extremtemperaturen den Stoffwechsel von Pflanzen überfordern. Zudem begünstigt die Erwärmung Pflanzenkrankheiten.

2222


Zu viel, zu schnell, zu gleichzeitig

Modellrechnungen und Prognosen dazu, wie gut es im 21. Jahrhundert inmitten von Klimaextremen gelingen wird, die Menschheit zu ernähren, fallen sehr unterschiedlich aus. Der Weltklimarat IPCC gibt aber als Faustformel aus: »Zusammenfassend lässt sich sagen, dass (…) sich der Klimawandel mit fortschreitender Erwärmung zunehmend nachteilig auf die Pflanzenproduktivität auswirken wird.« Die Welternährung hängt noch von anderen Faktoren ab: Wenn zum Beispiel Transportwege wie der Panamakanal oder wichtige Flüsse in Dürrezeiten trockenfallen, kann dies die Versorgung sehr schnell gefährden. Wenn dann etwa ein Krieg in einem agrarisch wichtigen Land, ausgetrocknete Transportwege dort und Missernten zusammenkommen, ergibt das schnell einen Dominoeffekt hin zu einer Welternährungskrise.

In politischen Prozessen betrachtet man Klimawandel, Welternährung, Artensterben und andere Umweltprobleme meist getrennt voneinander: Es gibt unterschiedliche Konferenzen und unterschiedliche Zirkel von Fachleuten. Allerdings wirken in einer vernetzten Biosphäre alle Veränderungen zusammen. Wissenschaftler sprechen deshalb inzwischen vom Anthropozän, einer neuen, nach dem Einfluss des Menschen benannten Erdepoche. Für dieses neue Kapitel der Erdgeschichte ist es prägend, wie verschiedene Stressfaktoren zusammenwirken: Die Ostsee käme vielleicht mit der Überdüngung aus der industriellen Landwirtschaft klar, aber die Kombination mit einer drastischen Erwärmung könnte ihr den Todesstoß geben. Der Regenwald könnte eventuell gegen die Erwärmung resilient sein, aber nicht, wenn er gleichzeitig von mehreren Seiten für Sojafarmen und Bergwerke zerlöchert wird. Pflanzenzüchter könnten Weizen an höhere Temperaturen erfolgreich anpassen – wenn Felder aber dann im Frühsommer durch rekordbrechende Starkregen überschwemmt werden, nützt das wenig.

Bei so vielen gefährlichen Umbrüchen geht es auch darum, wie »Klimakaskaden« künftige Gesellschaften umkrempeln: Demokratieforscher sehen die Gefahr, dass sehr schnelle und drastische Verschlechterungen der Lebensumstände, die mit chronischen Notständen und einer Rationierung des Konsums einhergehen, Diktaturen begünstigen könnten. Schon jetzt erfüllen Regierungen eine ihrer wichtigsten Aufgaben, den Schutz von Leib und Leben, nicht so, wie es eigentlich nötig wäre, warnt auch Michael Oppenheimer vom Center for Policy Research on Energy and the Environment an der Princeton University. Das sei »ein weiterer Faktor, der Druck auf die Demokratie ausübt«.

In sechs von neun untersuchten Bereichen hat die Menschheit bereits den »sicheren Betriebsbereich« des Planeten verlassen und so genannte »planetare Grenzen« durchbrochen, also Schwellen, über denen die Zivilisation und Biosphäre in große Gefahr geraten. Das ergab 2023 eine Studie unter Leitung von Katherine Richardson von der Universität Kopenhagen. Sie sagt: »Wir wissen mit Sicherheit, dass die Menschheit unter den Bedingungen, die seit 10 000 Jahren herrschen, gedeihen konnte – wir wissen aber nicht, ob das bei den großen, dramatischen Veränderungen, die in Gang sind, noch geht.« Dafür, dass Umbrüche im Erdsystem nur schrittweise kommen werden und mit ausreichend Zeit für den Menschen, sich anzupassen, spricht so gut wie nichts.▄
_____________________


*Christian Schwägerl
Der Autor ist Journalist, Buchautor und Mitgründer von »RiffReporter«. Von ihm stammen die Bücher »Menschenzeit« über das Anthropozän, »11 drohende Kriege« über globale Konfliktrisiken und »Analoge Revolution« über die Zukunft digitaler Technologien.
___________

https://www.spektrum.de/news/polykrise-artenverlust-oekosystemkollapse-und-klimakrise/2204989




[Edited at 2024-02-12 06:55 GMT]
Collapse


 
Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21]


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

İlginç yazılar


Translation news in Türkiye





Trados Studio 2022 Freelance
The leading translation software used by over 270,000 translators.

Designed with your feedback in mind, Trados Studio 2022 delivers an unrivalled, powerful desktop and cloud solution, empowering you to work in the most efficient and cost-effective way.

More info »
Trados Business Manager Lite
Create customer quotes and invoices from within Trados Studio

Trados Business Manager Lite helps to simplify and speed up some of the daily tasks, such as invoicing and reporting, associated with running your freelance translation business.

More info »